İçeriğe atla
Yalçın Arsan

Yalçın Arsan

Yönetim danışmanı. Yönetici Koçu. Bilirkişi. Fikir ve yöntem üreticisi. Birey ve kurum geliştiricisi | #otomotiv #elektriklioto #teknoloji #spor #müzik

  • Başlangıç
  • Özgeçmiş
  • Yazdıklarım
    Arşivlemeye devam ediyorum
    • Tüm Yazdıklarım
    • Köyde Doğal Ev Yapma Hevesi Yazı Dizisi
    • Otomotiv Karnesi Arşivi
      (Arşivleme çalışmam devam ediyor!) Otomotiv sektör analizi amaçlı yarattığım Otomotiv Karnesi başlığı altında yazdıklarım
      • Otomotiv Karnesi 2010
      • Otomotiv Karnesi 2011
      • Otomotiv Karnesi 2009
      • Otomotiv Karnesi 2004
      • Otomotiv Karnesi 2003
      • Otomotiv Karnesi 2002
    • Şiir
    • Motorsporları
    • Formula E
    • Özet
    • Yöneticinin Seyir Defteri
      Bir dönem üzerine çalıştığım sonra devamını getirmediğim, yöneticilere dönük bir koçluk / podcast projesi için ürettiğim içerik.
  • Favorilerim
  • Twitter
  • Instagram
  • Linkedin

Kişisel Bilgi

Doğum: 20 Temmuz 1969

Adres: İstanbul & Behramkale

İletişim: E-Posta

Şirketim: Arsan Danışmanlık 

TWITTER

Tweetlerim

Son Okuduklarım

Eski günlere gitmek istiyorum bazen. Herşeyin daha basit olduğu, bu kadar birbirine bağlı olmadığı, sebep sonuç ilişkisinin daha doğrudan olduğu, kolay göründüğü günlere. Yaşamak istediğim hayat hakkında daha iyi bir fikrim olan, daha az politika, daha az ekonomi konuşulan, daha çok hayal kurduğum günler. Sahip olduklarımın daha az, sahip olabileceklerimin daha fazla olduğu günler. Bu fotoğraf o günlerden: Dördüncü yarış otomobilim 1972 Ford Escort MK1'in gösterge paneli. Neden bu kadar sade diye sordum Serdar'a. Motor devri, su harareti ve yağ basıncı, başka bir şeye ihtiyacın yok dedi. Yatmadı aklıma ama peki dedim. Zamanla gördüm, hakikaten yoktu. Direksiyon, fren mekanik, düz yolda bile düz gidemeyecek kadar güçlü, kullanması hayal etmediğim kadar zor ama en sevdiğim yarış otomobilim oldu. Sadece ben, otomobil ve yol vardık. Bambaşka, tenha bir dünya. Vites kolunun zamanla kendi kolumun, pedalların ayaklarımın, yolun ise beynimin bir uzantısı haline geldiğini hissettiğim anlar oldu. Garip, hayatta ne öğrendiysem direksiyon başında öğrendim ben. Çok öğretici olduğundan değil, öğrenmeyi keşfettiğimde orada olduğumdan oldu; başka bir yerde de öğrenebilirdim ama yarışırken oldu. İçinde bulunduğum durumu muhakeme etmeyi, zamanı kullanmayı, kendimi tanımayı, neyi ne kadar riske atabileceğimi, yeri geldiğinde zor da olsa karar vermeyi, verdiğim kararı uygulamayı, iyi ve kötüsüyle sorumluluğunu almayı öğrendim. Bunları yapamadığımda neler kaybettiğimi, neler yapabileceğimi olduğu kadar neyi beceremediğimi fark ettim. Önce sevmediğim sonra sevip saydığım stresi, baskıyı tanıdım. Belirsizliğin barışmam gereken bir hayat gerçeği olduğunu gördüm. Hepsi bu üç göstergenin karşısında oldu.
Burası Kağıthane. Bu otomobil bir Tesla Model X. Güne emin değilim; Aralık ayında herhangi bir gün. Hava yağmurlu. Geçen yıl hayatımın beklemediğim kadar büyük bir parçası haline gelen yeni girişim e-garaj için birşeyler yapıyoruz. Keyfim yerinde; seviyorum gençlerle çalışmayı. Bir an oluyor, son yıllarda geliştirdiğim tuhaf bir ruh haline geçiveriyorum: Huzuru günlük koşturmanın içinde aramak. O anlarda gerçekten kopup hayal dünyama dalıyorum. Her kopuş farklı bir yere götürüyor, bu fotoğrafı çektiğim an, her nedense, geçen seneyi düşünüyorum. 2020: Pandemi, deprem, sokağa çıkma yasakları, ekonomik karmaşa, belirsizlik. Ekonomik kriz ve belirsizliğe alışığız ama salgın hastalığı ancak filmlerde, sokağa çıkma yasağını ise otuz yılda bir olan askeri darbede görürdük eskiden; o da olsa olsa 1-2 gün. Huzur arama pratiğimin ikinci adımı kendime nasıl hissettigimi sormak. Cevap ilginç: Umutlu. İyimser. Cesur. Heyecanlı. Meraklı. Şimdi soru şu: Bu kadar kötü gelişmeye rağmen neden bu kadar olumlu duygu? Yanıt 2020'nin tam içinde: Herşey bu kadar zor olduğu için geliyor olumlu duygular. Zorluk arttıkça üstesinden gelmeye odaklanan bireyin enerjisi artıyor. Yapma motivasyonu büyüyor. Başarmak için nedeni çoğalıyor. İhtiyacı olan gücü nerede bulacağını düşünen insan farkında olmadan yükseliyor, güçleniyor. Peki ya herşey iyi, hoş, şahane, rahat olsaydı? Hangi nedenle yükselecekti birey? Hangi motivasyonla ilerleme yolu arayacaktı?
Bekledigimizden çok zeytin topladık dün Tarık'la. Hepi topu üç ağacımız vardı oysa bahçemizde; insan bazen umduğundan fazlasını bazen azını buluyor. Hiç böyle bir degerlendirme yapmamıştım ama bu seferki bir istisna oldu; genelde beklediğimden azını buluyorum. Belki beklentilerimin yüksekliğinden, belki hayatın gerçeklerinden. Öyle çok öğretilen doğru var ki hayatımızda, istediğini değil uygun görüleni yaşamaya alışmış bir kere insan, fazlasını istemeye korkuyor. İsteyene de kötü gözle bakılınca böyle gelmiş böyle gider mantığı sessiz sakin hakim oluyor hayata. Radikal olana, değişime, dönüşüme, sıradışıya yer kalmıyor. Bu nedenle biraz dargınım doğal ve sosyal afetlere: Corona'ya, depreme, ekonomik ve toplumsal krizlere. Zaten ürkek, kırılgan bir varlık insanoğlu, mümkün olan her tür içinden çıkması zor olguyu üst üste yaşatıp daha da korkutuyor insanı. Kabuğuna çekiliyor insan, dayatılan sıradanlığı mecburiyetle, çaresizlikle karıştırıyor. Yaşayabileceklerini unutup yaşamak istemediklerine odaklanıyor. Sürü psikolojisi bir refleks gibi yapışıyor üzerimize. Hastalık artıyor, korku artıyor, yapmamamız gerekenler artıyor. Yapabileceklerimiz, potansiyelimiz, pırıl pırıl hayallerimiz, gücümüz kuvvetimiz ufukta kayboluyor. Dayatmak istediğini öğreten bakış açısı yavaş yavaş ele geçiriyor bizi. Corona'ydı, depremdi, savaştı derken hayatın doğal risklerini kaçınmak zorunda olduğumuz korkunçluklar olarak görüyoruz. Nasıl bir hayat yaşamak istediğimizi unutacak kadar sıradanlaşıyoruz. Tarih boyu olmuş depremler, hep varmış büyük salgılar. İyiyi aramayı tamamen unutmadan fark etsek ne olur bu tuhaf aldatmacayı? Zeytin gibi işte herşey aslında: Bazen aradığının azını bulursun, bazen çoğunu. İkisi de normal, ikisi de doğal; Bunun iyiyle, kötüyle, doğruyla, yanlışla, ahlakla alakası yok. Kişisel bir konu bu, herkesin doğrusu kendine. Benim için asıl risk hayatı istediğim gibi yaşamaktan vazgeçmek. Deprem zamanı zeytin topladım diye kızmayın bana dostlar. Tek istediğim beklediğimden fazlasını bulduğuma sevinmek; yarın coronadan ölme ihtimalim olduğunu düşünmeden...
Eskiden çok kitap okurdum. Neden bilmiyorum, ama artık daha çok 'yazar' okuyorum. Olmadı, daha iyi ifade etmem lazım bunu: Kitapları okurken ne anlatıldığından çok yazarı anlamaya çalışır halde buluyorum kendimi. İlk olarak Nassim Taleb ile başladı bu yaklaşım. Birkaç yıl sürdü bu heves, sonra denk geldi, bir söyleşisine fiziksel olarak katılınca geçti. Canlı dinleyip yüzüne bakınca anladığımı hissettim. Sonra, yukarıda e-kitapta resmi görünen Robert Pirsig ile bunun kalıcı bir alışkanlık, bir nevi hastalık olduğunu fark ettim. Beş, hatta altı yıl civarı sürdü. Öyle zorlandım ki Pirsig'i anlamakta, yazdığı (hepi topu) iki kitabi defalarca okumama rağmen anlamadım, hakkında neler yazıldığını da bulup hepsini okudum. Yetmedi, unutmamak için yazdım, benden başka & Türkçe kaynak arayanlar için dijital rafıma koydum; öldüğü haberini alınca bir akrabamı kaybetmiş gibi hissettim. Sonra Ursula Le Guin girdi hayatıma, üç - dört yıl da onunla oyalandım. Zaten bilim kurgu delisiydim, iyice derinleşti sevgim. Amacını anlayamadığım fantastik kurguyu biraz daha anlar oldum. Bilim ve felsefenin uzay gemileri, ışınlanmalar ve lazer silahları olmadan daha iyi buluşabildiğini fark ettim. Artık alışmıştım kitap değil yazar okumaya. Hatta Ursula'yi tamamen yazdığı tarih sırasına uyarak okuyunca daha da farklı bir pencere açıldı önümde: Nasıl büyüdüğüne şahit oldum. Ne tesadüftür o da öldü geçen yıllarda. Pirsig gibi az okunan bir yazar değildi Ursula. Hakkında o kadar çok kaynak vardı ki Türkçe bir şey yazmaya gerek kalmadı, sadece birkaç kitap özeti yazıp koydum kenara. Son zamanda ise Gil Scott Heron'a takıldım. Biraz dayıma benzettiğim için olabilir, bilmiyorum? Ama şimdilerde hem müzisyen hem yazar bu adamı anlamaya çalışıyorum. Ve farklı bir çaba bu, asıl mesaj müziğinde. "Konuşma müziği" demiş yaptığına. Hayatın aksayan boyutları üzerine konuşup söylüyor sürekli. Mesajlar hep toplumsal: savaştan, siyasetten, düzenden ve bunların ikiyüzlülüğünden bahsediyor. Hepimizin parçası olacağı bir devrimden bahsediyor; uzun hikaye. Demem o ki öyle eskisi gibi keyfiyle & basitçe kitap okuyamıyorum artık 🤷‍♂️ Zorlaştı. Memnunum aslında ama merak da ediyorum: Nereye gidiyor bu işin sonu?
Artık yavaş yavaş dönüşe geçiyoruz. Ekim ayı çok karmaşık dönmeyelim demişti Özge başta ama sanırım ikimiz de özledik İstanbul'u. Çok da keyifli bu mevsim Behramkale ama yapmak istediklerim birikmeye, bunlar da beni çekmeye başladı şehire doğru. Bir taraftan Pancar'ın geçirdiği küçük kazadan tam iyileşmemiş olması da kafamı kurcalıyor, birilerine gösterelim bir an önce.
Tanıştırayım: 18650. 18mm genişliğinde 65mm uzunluğunda silindirik yapıda lithium ion şarj edilebilir pil; namı diğer elektrikli otomobil bataryası🤷‍♂️ Hatta sadece elektrikli otomobil değil aynı zamanda dizüstü bilgisayar, şarjlı el feneri, bir sürü el aleti, fotoğraf makinesi ve daha nice elektrikli cihaza güç veren temel ünite bu. Kullanıldığı ürünün ebadına göre uygun sayıda seri & paralel kombinasyonunda bağlanıp paketleniyor. Örn: Tesla 100D modelinde bundan 8256 tane var. Koca bir sektör batarya teknolojisinde devrim niteliğinde bir gelişme olsun da elektrikli otoyu o zaman yaparız diye beklerken Elon Musk isimli yarım akıllı (!) biri niye bekliyim yaw, bunlarla da olur bence deyip 2000'li yılların sonuna doğru, herkesten yaklaşık 10 sene önce yaptı yapacağını: El feneri pilinden otomobil pili yaptı. Fena da olmadı herhalde ki bir daha da bakmadı arkasına kerata. Biz de hayatı o bahsettiğim sektör gibi yaşamayı seçiyoruz çoğunlukla: Doğru koşulların oluşmasını bekleyerek. O eksik, bu fazla, şu riskler var, şimdi doğru zaman değil falan filan. Sonra neden olmuyor, neden istediğim hayatı yaşamıyorum, nasıl hakkımı yediler gördünüz mü, aman dikkat edeyim de hata yapmayayım... Atmazsan adımını, almazsan hakkını, yapmazsan o hataları daha çok beklersin diyor çoğu zaman hayat bize ama biz anlamıyoruz. Bekle diyor, bekliyoruz. Otobüs bekler gibi fırsat bekliyoruz. Gelir bazen elbet ama anca otobüs sıklığında gelir beklenen fırsat sevgili dostlar.
  • Türkçe

Etiket: endüstriyel şiir

kilovat saat (kWh)

güç değil enerji birimiydin
elektriğin birikmiş haliydin
önemliydi seni anlamak
ama zordu doğru yorumlamak

Okumaya devam et kilovat saat (kWh)
Yayın tarihi Ocak 6, 2021Ocak 7, 2021Kategoriler Otomotiv, ŞiirEtiketler elektrikli oto, endüstriyel şiir, otomotiv, şiir, teknolojikilovat saat (kWh) için bir yorum yapın
Arsan Danismanlik Tarafindan Hazirlanmistir  |  © 2019