Karşıtlık beraber var olamaz mı?

Karşıtlık beraber var olamaz mı?
Karşıtlık beraber var olamaz mı?

Herşeyi doğru ya da yanlış sınıflamasına sokmak istiyor, karşıtlığı sakıncalı görüyor, bir kanıya varmak isteyip belirsizliği sevmiyoruz. Bunun adı uçlarda yaşamak: Doğru olduğunu düşündüğümüzün tarafında olup aksi düşünceyi yanlışlamak, ona sahip olana düşman, ya da daha iyimser tabirle rakip olmak. Bugünün dünyasında karşıt düşüncenin yanlışlığını kanıtlamak, rakibi yenmek önemli.

Bu noktada şunu sorguluyorum: Bir fikrin doğruluğu karşıt fikrin yanlışlığı anlamına gelir mi? Bir anket yaptım: İnsanlar %70 oranında gelmez dediler. Anketlere verilen yanıtları büyük oranda samimi olduğunu varsayarsak aslında niyetimiz uzlaşmak.

Peki neden o zaman farklı düşünene, diğer yöne eğilime karşı bu hoşgörüsüzlük? Fenerbahçe taraftarı olmak neden Galatasaray’ı sevmemek anlamına geliyor? Arabesk müzik dinlememek neden onu küçümsemek olsun? Dijital fotoğrafçılık analog olana hakaret mi? Elektrikli otomobil benzinli otonun düşmanı mı? E-kitap basılı kitaba ihanet mi? Çevreci olmak sanayiye karşıtlık, sanayici olmak çevreyi sevmemek mi? Eğer Muhalefet partisini destekliyorsanız, iktidar partisinin her yaptığını hatalı bulmak zorunda mısınız? İktidarda iseniz, muhalefetin söylediklerinden hiç birinde ülkeye katma değer yaratacak bir fikir yoktur söylemine mahkum musunuz?

Hayat görüşünüz, kişisel değerleriniz ve içinde olduğunuz bağlamlara göre bu örneklerin bazıları diğerine galip gelebilir. Ama şöyle bir durum var: Aslında hayatın hiçbir boyutu “sıfır toplamlı oyun” değil; yani biri kazanınca diğer illa kaybetmiyor. Zaman zaman bazı kavramlar diğerinden daha anlamlı geliyor, bazı takımlar diğerini yeniyor, bazı partiler diğerinden fazla alıyor, bazı teknolojiler diğerinden daha kullanışlı geliyor, bazı müzikler diğerinden daha keyifli hissettiriyor olabilir. Ama aslında hayatın sürekliliği içinde hepsinin bir dönem ve bir kitle için değerli bir yeri var.

Burada anahtar bir kavrama geliyoruz: Taraftarlık. Özellikle sosyal medya ile bir ‘taraftar olma’ baskısı altındayız. Politik, kültürel, ekonomik, sosyal ve son dönemde çevresel anlamda bir görüş, parti ya da eğilimin tarafında olma baskısı. Bunlar çoğunlukla orta vadeli (yıllara yayılmış) dönemler halinde gelip gittiği için güncel dönemde bize kanıtlarla desteklenen ve o an için kesinlikle doğru gibi hissettiriyor. Ama uzun vadede bir dönem hararetle desteklediğimiz görüşten bugün uzak olduğumuzu görmemiz mümkün; o günün kişisel ve toplumsal bağlamına göre doğru değişebiliyor.

Bu durum yaygın ve olumsuz etkilerini farklı şekillerde deneyimlediğimiz bir dinamik: Siyasi görüşü yüzünden işini kaybeden, desteklediği takım için rakip taraftardan dayak yiyen, ifade ettiği görüş yüzünden sosyal medyada linç edilen çok kişi var. Modern hayatta öyle yaygın bir bir dinamik ki kolayca değiştirmek mümkün değil; iletişimin hızla aktığı fikirlerin sabırsızca tüketildiği bir ortamda bunu konuşmak bile zor olur. Diğer taraftan bu konuda anahtar kelime olan “taraftarlık” konusunda biraz da olsa temkinli olmak o kadar zor değil.


Şunun farkına varmakla başlayabiliriz: Keskin bir uca, bir görüşe, takıma ya da herhangi bir eğilime ait olmak fikri toplumsal bir alışkanlık olmuş durumda. Bir tarafa ait olmayınca yalnız, kayıp, güçsüz hissetmek de alışılmadık bir durum değil; paylaştığımız görüşümüze kaç adet “like” geldiğine önem vermemizin nedeni bu. Diğer taraftan bu öyle bir alışkanlık ki hayatımızı nasıl yaşayacağımızla ilgili özgürlüğümüzü elimizden alma potansiyeli var. Taraftarı olduğumuz takım, görüş, eğilim ya da fikir bizi farkında olmadan karşıt olana düşman etmeye başlıyorsa burada bir durup düşünmekte fayda var: Gerçek fikrim bu mu? Kendi fikrimin doğruluğuna inanıyorum ama karşıt gördüğümün yanlış, kötü, rakip olduğuna emin miyim? Fenerbahçe ve Galatasaray zaman içinde beraber kazanamaz mı? Sanayici çevreye verdiği zararı azaltamaz, çevreci birey ihtiyacı olduğu istihdamı çevre yaklaşımına saygı duyduğu bir sanayicide bulamaz mı?Karşılıklı etkileşim, düşmanı yenmek değil onunla bir şekilde uzlaşmak üzerine odaklanamaz mı?

Kolay değil. Ama mümkün olduğunu düşünüyorum; en azından teorik olarak imkanlı bir durum. Sadece kendi küçük çevremde yaptığım anketten yola çıkmıyorum. Samimi bir diyalog kurmayı başardığınız hemen herkeste benzer bir durum gözleyebilirsiniz. İnsanoğlu aslında doğal olarak hoşgörülü. Ne zaman işin içine doğru/yanlış kavramı veya birini diğeriyle karşılaştırma çabası giriyor o zaman takımlara, ideolojilere, katı düşünce kalıplarına sürükleniyoruz. Karşıtlığın kutuplaştırıcı enerjisi çoğu zaman hoşgörü ve uzlaşma gayretinden güçlü görünüyor insana. Halletmesi pek kolay olmayan bu soruna ütopik bir iyimserlikle yaklaşmak yerine küçük hedeflerden başlayarak yaklaşabiliriz: Taraftarlık ve alışkanlık kavramları üzerine düşünerek. Herhangi bir konu hakkında sahip olduğumuz kanıya ne kadar özgür irademiz ve kendi aklımızla değerlendirerek, ne kadar da taraftarı olduğumuz görüşlerin etkisinde ve alışkanlık halini almış düşünce biçimleriyle varıyoruz?

Eğer bu soruları anlamlı buluyorsak ikinci ve asıl değişimi yaratacak değerlendirmeye girişebiliriz: Karşıtlık beraber var olamaz mı?

Sevgi ve saygılarımla.
Yalçın Arsan — Şubat 2021

--- Yalçın Arsan'ın şahsi web sitesi, tüm hakları saklıdır © 2002 - 2024 --- Kurumsal web sitesi Arsan Danışmanlık