Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı - Kitap Özeti

Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı - Kitap Özeti
Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı yazarı Robert Pirsig ve Oğlu Chris, romana konu olan Honda motosikletleri ile

Uzun zamandır yazmak istiyorum bu yazıyı; belki beş, belki on yıldır? Arada teşebbüs de ettim aslında. Ama olmadı bir türlü. Konu öyle karmaşık, kitap (hem okumak hem de özetlemek için) öyle zordu ki. Neyse ki sonunda yaptım. Söylemek istediğim her şey söyledim mi? Hayır. Mükemmel bir özet oldu mu? Muhtemelen o da hayır. Ama benim kitabı elime ilk aldığım gün kafamda oluşan soru işaretlerine bir ölçüde yanıt veren, merak edip de eli kitaba gitmeyen, gidip de bitiremeyen okuyucuya katkısı olacağını düşündüğüm bir içerik oluştu. Dikkat: Spoiler içerir!…

Bir baba ve oğlunun motosiklet üzerinde yaptıkları seyahatin hikayesi üzerinden hayatın işleyişiyle ilgili özgün bir bakış açısı ortaya koyan felsefi bir roman.

Roman Minneapolis’den başlayıp San Francisco’ya seyahat eden (aynı zamanda romanın ilk ağızdan anlatıcısı olan) yazar, oğlu Chris, gizemli Phaedrus karakteri ve yakın aile dostları John & Sylvia’nın motor üzerindeki yolculuklarının tasviri ile başlar.

Anlatıcı, bir taraftan yolculuğu tarif ederken diğer taraftan hayat, teknoloji, bilgi, inanç, değer, duygu gibi kavramlar üzerine sesli düşünür. Varolmanın soyut ve somut boyutları hakkında, özellikle de metafizik ve nitelik (daha çok kalite ve kalitenin tanımı) üzerine konuşur, geçmişte yaşadıklarını hatırlar, yorumlar ve bir anlamda kendi kendine beyin fırtınası yapar. Bu kavramlar hakkında yıllar boyunca oluşturduğu fikirleri tartışır, bunların nasıl oluştuklarını tarif ederek anlatır.

Seyahat ve karakterler

İlk satırlardan itibaren hayatı sürekli analiz eden bir gözlemci ile tanıştığınızı anlıyorsunuz. Kitabın atmosferini oluşturan önemli boyutlardan biri sizinle kitap boyu beraber olacak bu anlatıcıyı tanımanız: Dışarıya karşı sessiz ama kendi içine (ve dolayısıyla size) doğru sürekli konuşan, mütevazi ama anlattıklarından sıradışı zekası hissedilen, hayatı ve gördüklerini yorumlamayı seven bir karakter. Anlatıcı seyahat ile ilgili detayları hayatla ilgili gözlemleriyle aktarıyor. Beraber seyahat ettiği oğlu Chris ve yakın dostları Jonh & Sylvia Sutherland hakkında konuşurken onları direkt olarak tarif etmek yerine duygu ve düşüncelerini, söylediklerini ve haklarında kendi yorumlarını katarak ortada sürekli bir diyalog varmış izlenimi yaratıyor. Bahsettiklerinin içeriği sayesinde kitap öyle bir kurguda gelişiyor ki kendinizi sürekliliği olan ama ağırlığı olmayan bir felsefe tartışması içinde buluyorsunuz. Günlük hayatı değerlendirir gibi bir söylem var kitabın genelinde, özellikle felsefi anlamda. Felsenin teorisine değil hayata yansımalarına meraklı biri olarak bu yaklaşım beni ilk dakikalardan itibaren yakaladı.

Benim açımdan bir başka karakteristik özellik genel anlamda teknoloji, özel olarak da motosiklet mekaniği üzerine odaklanan içerik. İnsanın genel olarak içinde bulunduğu duruma uyumu (ya da uyumsuzluğunu) özellikle de teknik konulara karşı yaklaşımını hayata karşı yaklaşımına benzeten bakış açısı, yıllardır düşünüp kelimelere dökemediğim birçok duyguyu açığa çıkardı. Tam olarak “budur işte” dedim.

Phaedrus

Kitabın merkezi olarak tarif edebileceğimiz Phaedrus karakteri ilk bölümden itibaren bizimle. Önceleri anlatıcının, hakkında konuştuğu hayali bir karakter olarak karşımıza çıkıyor; seyahat rotasındaki birçok yerde anlatıcının Phaedrus ile ilgili anısı var. Onu bir hayalete benzeten anlatıcı, hayatla ilgili birçok gözlem ve tartışmayı bu karakter üzerinden yapıyor. Zamanla anlıyoruz ki Phaedrus artık yok; bir akıl hastanesinde aldığı elektro şok tedavisi sonucunda zihinsel bir yıkıma uğramış ve benliği yok olmuş. Yaşayıp yaşamadığını bilemiyoruz ama yaşıyorsa da artık aynı kişi olmadığı kesin.

Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı kitabının özetini çıkarırken zorlandığım noktalardan biri kitapta artık varolmayan birini, yani kitabın ana karakteri Phaedrus’u tarif etmekti. Romanın ikinci bölümü bu konuya odaklanıyor. Son derece zeki bir karakter olan ve on beş yaşında bio-kimya okumak için üniversiteye başlayan Phaedrus bir çok hipotez arasından en iyisini seçmeye çalışırken dağılan, aslında bunu yapmanın doğru bir yolu olmadığına kanaat getiren, bu nedenle bilimden soğuyan ve arkasından okulu bırakan asi bir karakter. Ardından girdiği bunalım / hayal kırıklığı döneminde Kore savaşı için ABD’den ayrılan Phaedrus burada doğu (Asya) felsefesine merak salar. Ülkesine dönünce de Felsefe ve Gazetecilik üzerine tekrar üniversiteye başlar.

Bu yeni dönem onu enteresan bir noktaya getirir: Kendine yakın bulduğu bilimsel yöntemi sürekli sorguladığı felsefe kavramı üzerinde uygulamaya ve denemeler yapmaya başlar. Yani soyut konuları somut yöntemlerle analiz edip yorumlamaya çalışır. Motosiklet bakımı ile hayatı birbirine benzetme çabası ilk defa burada şekillenir. Diğer taraftan bu yoğun ve yalnızlaştırıcı bir çabadır. İlerleyen bölümlerde Phaedrus hayatla ilgili gerçekleri aradıkça aklını kaybetmeye adım adım yaklaşır.

Tüm bu hikayeler seyahat sırasında olup bitenler, anlatıcı, oğlu (Chris) ve arkadaşları John ve Sylvia arasında geçen olay ve diyaloglar aracılığıyla, zaman zaman da bu detaylardan etkilenen ve Phaedrus ile anılarını hatırlayıp o günlere geri giden anlatıcının hikayeleriyle anlatılır. Seyahat pek keyifli gitmez; ekip kendi içinde hayat ve değerlerle ilgili tartışmalara girer. Ayrıca anlatıcı ve oğlu çelişkiler yaşar ve birbirlerine zaman zaman kırıcı davranırlar. Bir süre sonra John ve Sylvia ayrılır ve evlerine dönerler. Anlatıcı ve oğlu yola devam eder.

Bu süreçte aktarılan anılardan Phaedrus’un akademide yükselerek profesör olduğunu anlarız. Diğer taraftan kişisel çelişkileri azalmamış tam tersi içinden çıkamadığı sorgulamaları devam etmiştir.

Bu bölüm aynı zamanda kitabın ana konularından biri olan ‘kalite’ kavramıyla gerçek anlamda tanıştığımız kısım olur. Kitabın Türkçe çevirisinde “nitelik” olarak geçen bu kavram Phaedrus’un onu tanımlamaya çalışmasıyla romana girer ve uzun süre merkez konu olarak kalmaya devam eder. Bu konu, yani kalitenin (ya da niteliğin) tarif edilmesi çabası zamanla öyle derin bir tartışma halini alır ki Phaedrus’un aklını yitirme sürecinin ana sebebi olarak tanımlanabilir. Kalite nedir? sorusuna takılıp kalan Phaedrus zaman zaman yaklaşsa da uzun süre kendisini tatmin edecek şekilde tanımlayamaz ve bunun gitgide artan baskısı altında ezilmeye başlar.

Yine bu bölümde Phaedrus’un kural tanımayan (öğrencilerine herhangi bir not vermeyip kendine göre bir değerleme sistemi kuran), diğer akademisyenlerle sık sık ters düşen sıradışı bir eğitmen ve öğrencilerinin hayranlıkla takip ettiği önemli bir karakter haline gelmesini izleriz.

Bu anlatıların hepsi seyahat sırasında geçen diğer olaylarla eşzamanlı olarak aktarılır. Roman, yola devam eden anlatıcı ve Chris arasında geçen diyaloglar, eski anılar, zaman zaman eski Amerikan kültüründe ‘chautauqua’ adı verilen toplumsal mesaj içeren hikayelerle örülmüş, bugün ve yakın geçmiş arasında gidip gelen karmaşık bir yapıda devam eder.

Anlatıcı artık sürekli kabuslar görmeye başlar ve oğlu Chris ile çatışmaları iyice şiddetlenir.

Kalitenin Metafiziği

Phaedrus’u biraz olsun anlayan okurun sonraki adımı onun iç dünyasına doğru yola çıkıp yepyeni bir boyuta geçmek olur: Kalitenin metafiziği (Metaphysics of Quality – kısaca MOQ).

Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı kitabında yazarın kullandığı Honda Super Hawk motosiklet

Zen ve Tao gibi Asya kökenli felsefi yaklaşımlar ve son olarak da Fransız matematikçi Henri Poincare’den esinlenen Phaedrus’un kaliteyi tanımlarken giriştiği süreçle ulaştığı bir kavram bu.

MOQ aslında kavramdan daha çok bir ‘bağlam’: Yazar görecelilik vb nedenlerle tanımlamakta zorlandığı kalite kavramını metafizik, yani soyut bir düzeyde tartışmaktan başka yol bulamıyor. Yani MOQ, Robert Pirsig’in tamamen özgün bir yaratımı. Eğer benim gibi metafizik vb soyut kavramlara uzaksanız ve anlamak istiyorsanız kitabın bu boyutu tam size göre, çünkü kalitenin metafiziği konusunu tartışırken ne olduğu belirsiz bir kavramın ayakları tamamen yere basan mekanik süreçlere benzetilerek anlatılmasına şahit oluyorsunuz. Motosiklet Bakımı’na atıf burada hayat buluyor.

Anlatıcı bir teknisyen yaklaşımıyla modern dünyayı, güncel hayatı, toplumu ve özellikle de değer kavramını inceliyor. Bu kavramların farklı karakterler için ne ifade ettiğini anlatırken de insanları hayata bakışları açısından iki farklı türe ayırıyor: Romantik ve klasik. Bu kavramlar bu kadar basite indirgenebilir mi emin değilim ama şöyle tarif edebilirim:

  • Romantik: Çevresindeki her şeyi komplikeleştirmeden, derinlemesine incelemeden, olduğu gibi gören ve algılayan.
  • Klasik: Çevresindeki her şeyi (dış görünüşüne bakmaksızın) onu oluşturan tüm unsurları, çevresiyle ilişkisini ve nasıl çalıştığını anlamaya çalışarak gören ve algılayan.

Romantik birey duygusu, klasik birey aklı ile yaşayan gibi yorumlanabilir. Ama Phaedrus her iki yaklaşımın da modern dünya için eşit ölçüde eksik olduğunu, hayatı anlamlı yaşayabilmek için bireyin her ikisine de yakın olmaya ihtiyaç duyduğunu anlatıyor. Bu bağlamda modern hayatta yaşayan bireyin neden zaman zaman teknolojiden faydalanırken bazen de zarar gördüğünü anlatıyor. Bu bakış açısında göre bugünün çözümleri fazlasıyla bilimsel ve duygusuz. Bu da bilinçaltında bireyin akılla yaşayabilme fikrinden uzaklaşmasına, kimi vakalarda teknolojiden soğumasına neden oluyor. Çok güzel bir örnek var kitabın hikayesinde: John bujileri ıslandığı için çalışmayan BMW motosikletini çalıştırmak için sonuç alamayacağını bilmesine rağmen ısrarla marşa basmaya devam ediyor. Ona göre tonla para vererek sahip olduğu BMW motosikleti her koşulda çalışacak şekilde tasarlanmış olmalı. Aksi düşünceyi kabul etmiyor, kendi sabrını ve motosikletinin aküsünü bitirene kadar zorlamaya devam ediyor. Teknoloji o anda John için değersiz halde. Ama aslında durumun çok basit bir teknik açıklaması var ve çözümü de belli.

Objektif, sübjektif, metafizik, kalite vb kavramların havalarda uçuştuğu bu bölümde önemli bir anafikir var: İç huzurun (peace of mind) teknik ve duygusal boyutların bir arada deneyimlenmesi, iki ayrı durum olarak görülmemesinin tek çıkış olduğu görüşü anlatıcının kendini sorgulayarak vardığı nokta oluyor. Yani aynı iyi/kötü ikiliği gibi, romantik/klasik, objektif/sübjektif ve teknolojik/duygusal gibi dualiteler modern hayatın çıkmazları olarak ifade ediliyor. (Burayı yeterince iyi ifade edemedim — ileride burayı revize edeceğim çünkü çok önemli!)

Bu fikir bir taraftan bu değişik gözlem ve hikayelerle anlatılırken anlatıcının seyahati sırasında oğlu ile yaşadığı çatışmalar giderek arttyor. Gördüğü kabuslar ve içinde yaşadığı gergin ruh halinin anlatıldığı bu noktada yavaş yavaş Phaedrus ve anlatıcı ile aynı kişi olduğunu anlamaya başlıyoruz. Anlatıcının artık yaşamıyor olarak tarif ettiği ama kabuslarında hala etkisinden kurtulmuş olmadığını anladığımız Phaedrus, aslında onun alternatif benliği. Elektroşok tedavisi ona ait hatıraları silmeden önceki hayatında kendisi.

Kopma Noktası

Kitabın sonuna doğru Phaedrus bir birey, öğretmen ve akademisyen olarak kabullenemediği hayat gerçeklikleri, çözemediği problemler ve sonu gelmeyen kişisel sorgulamaları yüzünden kaçınamadığı bir zihinsel çöküşe doğru sürüklenirken anlatıcı da bu süreci tekrar hatırlıyor olmanın sancılarını yaşıyor. Chris babasıyla ilgili bir şeylerin yanlış olduğunun farkında ama ne yapacağını bilemiyor.

Geçmişteki Phaedrus da akademik kariyerine devam ederken bu ortamdaki klasik karakterler ve onların saldırılarından kurtulamıyor. Sonunda okulu bırakma kararı alan Phaedrus yine huzur bulamıyor çünkü sorunları geleneksel akademisyenlerin ona yaklaşımı ile sınırlı değil. Asıl sorunu kendi kendine yaptığı sorgulamaların sonuçsuzluğu. Bu gerçeğin ağırlığı altında ezilen Phaedrus, yani anlatıcının eski benliği, bir süre sonra ne yaptığını, nerede olduğunu ve hatta evine nasıl gideceğini dahi bilemiyor. Halüsinasyonlar gören Phaedrus, karısı tarafından bir akıl hastanesine yatırılıyor.

Anlatıcı bu noktada oğlu Chris’in seyahat sırasında anlattığı kimi noktaları birleştirerek oğlunun aslında onun hastaneye yatıp tedavi görmüş olmasını kaldıramadığını fark ediyor. Gördüğü kabuslardaki ‘cam kapı’ figürünün, yattığı hastanede onu ziyaret eden oğlu ile arasındaki kapı olduğunu ve Chris’in de babasına bu kapı nedeniyle ulaşamamış olduğunu hatırlıyor ve onun seyahat boyunca takındığı hırçın tavrın altında yatan nedenin bu olduğunu fark ediyor. Bir noktada Chris sorduğu “gerçekten deli miydin?” sorusuna “hayır” yanıtı veriyor ve oğlunun rahatladığını görüyor. Anlıyor ki Chris babası için üzgün, ona kırgın ve hatta kızgın.

Seyahatin sonuna doğru ortam gevşiyor ve anlatıcı Chris’e motosiklet üzerinde kısa süreliğine kasksız kalmasına müsade ediyor. Bu esnada ikili sürüş sırasında daha rahat konuşabiliyor ve birbirlerini duyabiliyorlar.

Bu durum birbiriyle uzun süredir konuşan ama aslında birbirini duymayan baba oğulu temsil ediyor. Kasksız sürüş, yani geçmişinde olanlarla hesaplaşmış olan anlatıcı ve sormak istediğini sorup rahatlayan oğlu aralasındaki iletişim engeli kalkıyor.

Baba ve oğul birbirlerini anlıyor. Roman anlatıcının olumlu ruh halini tarif ettiği bir final cümlesi ile bitiyor: “Bazen herşeyin iyi olacağını bilirsiniz ya, işte öyle bir durum…”

Son söz

Benim okuduğum baskıda romanın bir de son sözü var (sanırım kitabın ilk baskılarında bu kısım yok): Chris gerçek hayatta genç yaştayken basit bir sokak hırsızlığı olayında bıçaklanıp ölüyor. Yazar bu son sözde ölümü sorguluyor. Ama kadersel değil daha çok spiritüel boyutta: Chris nereye gitti? Ölüm ne demek? İnsan vücudun ölmesi fiziksel anlamda fonksiyonlarının durması anlamına geliyor ama acaba ruhsal anlamda ne demek? Pek de uzun olmayan ve sorularla dolu bölüm, baştan sona okuması hayli zor bu kitabın sonuna kadar dayanabilen tipik okuyucuyu (mesela beni) çok üzdü. Neden bilmiyorum ama kendi çocuğumu kaybetmiş gibi oldum; belki de Chris aslında yazar Robert M. Pirsig’in gerçek oğlu olduğunu ve gerçekten de öldüğünü kitaptan öğrendiğim için.

Robert Pirsig Nisan 2017’de hayata veda etti.

Bu öyle bir kitap ki öyle başlayıp bitiremiyorsunuz. Okuma sırasında sık sık dış kaynaklara, yazarın (az sayıda da olsa) verdiği röportajlara, hakkındaki kısa makalelere ve yazar adına kurulmuş kimi toplulukların ürettiği içeriğe bakıyorsunuz. Ben bu konuda belirli bir içerik taraması yapmış ve birkaç yıl önce şurada paylaşmıştım.

Bunun önemli bir nedeni kavramların karışıklığı. Ama bittikten sonra fark ettim ki bir nedeni daha var: Bu merak ve heyecan dolu hikaye bitmesin istiyorsunuz. Bitmesin ki yanıtlayamadığım birkaç soru daha konuşulsun. Bitmesin ki kendimden birşeyler daha bulayım. Bitmesin ki yepyeni bir bakış açısına daha hakim olayım.

Klasik / romantik ayrımından, hayata bakış açısı gibi soyut bir konunun motosiklet bakımı gibi teknik bir konuyla ilişkilendirilmesine varan geniş bir yelpazede yer alan sürprizli ve özgün fikirlerle dolu bu romanın her bölümünde ayrı bir kitap dolurmaya yetecek dinamizm var.

Aynı anlatıcının, yani Robert Pirsig’in dediği gibi: “Gitmek varmaktan iyidir.”

Sevgi ve Saygılarımla

Yalçın Arsan
Aralık 2020

--- Yalçın Arsan'ın şahsi web sitesi, tüm hakları saklıdır © 2002 - 2024 --- Kurumsal web sitesi Arsan Danışmanlık