Notlarının içinde kaybolan adam

Notlarının içinde kaybolan adam

Yıl (muhtemelen) 1991, 23 yaşındayım. Bilgisayarların sadece üniversitelerde bulunduğu, hayatımızdaki yerinin okuldaki bilgisayar laboratuvarında ödev yapmakla kısıtlı olduğu günler. Benim de okulla pek ilişkim olmadığı için bilgisayarlar hakkında pek bilgim yok; o zamanlar aklım fikrim otomobiller ve özellikle de motorasporlarında. Bir akşam arkadaşlarımla Ankara Otomobil Sporları Kulübü lokalinde laflıyoruz. O zamanlar kapalı mekanlarda hala sigara içilebiliyor. Ahmet sigarasından derin bir nefes çekip sordu: “Olum, internet diye birşey varmış duydun mu?..” Soruya bak!

“Duymadım” dedim. Hakikaten de duymamıştım. “Nasıl bir şey o?”
“Bilgisayardan giriyorsun, bilgiler var orada. Resimler, haber filan.”
“Nasıl yani bilgi? Kütüphane gibi mi yani?”
“Evet” dedi. “Ama daha farklı, daha geniş, daha çok…”

Sohbet devam etti, aklı erdiğince anlattı Ahmet interneti bana. Pek bir şey anlamadım ama iyi bir şey olduğu belliydi. Merak ettim doğrusu, ama önceliğim olmadığı için üstüne de düşmedim. Yıllar geçti üzerinden bu enteresan anının. Şimdi, 51 yaşındayken, varolduğunu 23 yaşında duyduğum internete sahip olmadığım anlarda kendimi eksik hissediyorum.

Bunu neden anlattım? Son yıllarda, özellikle de kendi emeğimi satarak hayatımı kazanmaya çalıştığım son on yıllık dönemde, sahip olduğum bilgiyi faydalı hale getirmek hayatımın en ciddi çabalarından biri oldu. Bu kimi zaman deneyim, kimi zaman çeşitli yollarla öğrenilmiş bilgi, kimi zaman ise okuduklarım, dinlediklerim ya da bilgili biriyle yaptığım sohbetlerden aklımda kalanlardan oluşuyor. Kocaman ve faydalı bir yumak gibi görüyorum bu bilgi bütününü.


Bu yumağı faydalı hale getirmek benim için önemli çünkü ben fikir, yöntem, yaklaşım ve çözüm üretiyorum. İşim, yaygın tabiri ile, ‘danışmanlık’. Deneyimli olduğum sektörlere odaklanmış ama onunla kısıtlı kalmayan, küçük ama sadık bir müşteri kitlem var. Onlar için zaman zaman proje yönetiyor, zaman zaman sorun çözüyor, zaman zaman da büyümek, küçülmek ya da belirli bir amaca yönelik olarak değişmek için ortak çalışmalar yapıyorum.

Bunu yapmak için istediğim bilgiye istediğim an ulaşmam gerekiyor. İşte zorluk burada başlıyor: Çok sayıda müşterim, onlarla yaptığım bir çok proje, haklarında yarattığım ve sakladığım tonla döküman, referans olma ihtimali ile bir yerlere kaydettiğim birçok kaynak var. Elbette bilgi konusunda kapsam sadece iş de değil: Kişisel alanımda da takip ettiğim çok sayıda konu başlığı, teknoloji, sanat dalı ve sanatçı, araştırdığım alan, takip ettiğim ve haklarında sürekli okuyup / izleyip öğrendiğim kavramlar var; hayatım boyunca bunları benim için anlamlı ve kolay erişilebilir şekilde saklamaya ve arşivlemeye çalıştım. Aslında bir nevi [[kişisel bilgi yönetimi]] çabası bu ortaya koyduğum mücadele.

Gelgelelim yıllardır beni uğraştıran, ifade etmesi kolay ama uygulaması oldukça zorlayıcı bir çaba oldu bu. Özellikle de son birkaç yıldır tıkanmış durumdayım: Kullandığım bütün araçlarla sorun yaşıyorum. İşlerim aksıyor diyemem ama içten içe biliyorum ki yetmiyor ya da bir yönleriyle eksik kalıyor bu bilgi saklama / kullanma araçları.

Bunu biraz açıklamak istiyorum. Geçmişe dönelim, bilgisayarları hayatımızda bulduğumuz ilk günlere. Önce klasörler ve e-posta vardı. Klasörler kitaplık gibiydi: Kullandığım ya da kullanmayı düşündüğüm bilgiyi klasörlerde saklamak en akıllı çözümdü. Bir süre konu başlıklarına göre klasörler yaparak saklamaya çalıştım bilgiyi. Sonra bu yeterli gelmedi, tarihe göre klasörler yaratmaya başladım: Hangi bilgiyi hangi zaman diliminde kullanabileceğim konusu önemliydi; örn: Bir teknolojiye ait çok eski bir bilginin bugün bir faydası yoktu. E-Postalar için de benzer yöntem uyguladım. Zaman içinde biriktikçe onları gruplayarak (outlook’taki) klasörlere koymaya başladım. Bu fikrin ilhamını İngiltere’den zaman zaman ofisimize gelip bizimle çalışan Paul’dan almıştım; ne şahane bir e-posta düzeni kurmuştu Paul, hiç bir mesajı kaybetmiyordu. Ben de öyle olabilirim dedim kendi kendime!

Yıllar geçti, mesajlar doldu taştı, arşivlere taşındı, klasörler çoğaldı ve bazı mesaj (ve eklerini) bulamamaya başladım. İşlerim aksadı. Canım sıkıldı. Bunun üzerine e-postaların içeriğini kaybetmeyi göze alıp asıl önemli olduğunu düşündüğüm ekleri ayıklayıp bunları ilk gözağrım olan konu başlıkları özelinde yarattığım klasörlere taşıdım. Yani e-postaların zamanla eskidiği gerçeğini kabullendim ve klasörlere güvenmeye devam ettim.

Bu dönem internetin yaygınlaştığı, Google krallığının temellerinin atıldığı yıllardı. Dolayısıyla bir de web kaynaklı bilgi vardı yönetmek gereken, yani internet üzerindeki web sayfaları üzerindeki bağlantılar, bilgiler. Google aramasıyla erişebildiğimiz bilginin hem iş, hem akademik hem de günlük amaçlarla kullanılabilmesinin hayatımızı ne kadar hayat kolyalaştırdığını fark ettiğimiz günlerdi. Neysi ki bunları da saklamak için internet tarayıcılarının kendi çözümlerini kullanabiliyorduk: Yer imlerini (bookmark’ları) tarayıcılarımızda saklamaya başladık. Hatta yer imlerini de klasörlere grupladık. Nerede ve hangi klasörde olduklarını unutmadığımız nadir anlarda sakladığımız yerden çağırıp istediğimiz bilgiye anında ulaşmayı başardık. Unuttuklarımız ise saklandığı yerlerde kayboldu gitti.

Bir süre sonra bu, yer imleri, dosya ve klasörler yığını o kadar arttı ki onların da yerlerini bulamaz hangisini ne amaçlı sakladığımı ayırt edemez oldum. Daha kolay bulabilmek için klasörleri de gruplayıp onları üst klasörlere koymayı denedim. Ama zamanla fark ettim ki durum aslında aynı: Bu kez de herşey üst klasörlerin içinde kaybolmaya başladı. Sayıları da o kadar artmıştı ki birbiriyle ilişkili olanları farkında olmadan aynı klasöre koymamaya, olan klasörü unutup yeni klasörler yaratmaya başlamıştım. Bir çok bilgi ve kaynak duplike oldu, bazıları da neden yarattığımı unuttuğum klasörlerde kayboldu gitti. Bu arada hayat durmuyor tabi, iş yapmaya devam ediyor insan. En kolay erişebildiğim dosya ve içerdiği bilgilerle işimi gördüm; kimi zaman istediğim gibi oldu, kimi zaman da olmadı iş kalitesi. Zaman içinde bulabildiğim kadar bilgiyle iş yapmaya, yani idare etmeye başladım. Bunu fark ediyor, üzülüyor, çok kritik durumlarda saatlerce zaman harcayıp gerekeni bulmaya çalışıyor ama hiç bir zaman süreçteki soruna kalıcı çözüm bulamıyordum.

2000’li yılların sonlarında çok sayıda not alma yazılımı çıktı: Öncelikle Evernote, sonra Microsoft OneNote ve daha basit yapılarıyla bilgisayarımızın işletim sisteminde kurulu gelen not uygulamaları. Online ve mobil versiyonları da olan bu araçları çokça kullanmaya başladım. Bir konu hakkında elimdeki bilgiyi saklamak dışında özellikle web’den makale yakalayıp bir yere kopyalama konusunda Evernote çok başarılıydı. Zamanla dosya ekleme vb özellikler de gelince tamam dedim, aradığım bu. Bir süre (1-2 yıl) bu duygu devam etti. Ama zamanla fark ettim ki yığınla ve çoğuna da ihtiyacım olmayan, hiç kullanmadığım vbe muhtemelen hiç kullanmayacağım bir bilgi karmaşası birikmeye başladı not programlarında. Her yanım faydalı görünen ama ne işe yarayacağına emin olmadığım notlarla dolmuştu.


Peki neden böyle oldu? Farklı görüşler vardır elbette ama bana göre kapsamları not almayı aşınca kullanım amacından saptı bu uygulamalar. Üstlerine vazife olmayan bir “kütüphane” misyonu üstlenip bu görevi hakkıyla yerine getiremediler.

Durum bu olunca, 2010’ların ortalarında (yine) farklı çözümler aradık. Dijital evrim çağındayız ya, altenatif bulmakta gecikmedik: İlk bakışta makul gelen bir çok çözüm bulduk her aşamada: Dropbox, Google Drive, Microsoft OneDrive klasörleri online yapıp her an erişilebilir hale getirdi, Evernote ve benzeri programlar zamanla daha da gelişip daha yetkin hale geldiler: Notları bulunur hale getirmek için kullanıcısına “etiket” ekleme imkanı verdiler ve hatta onlar da kendi içlerinde klasörler yaratarak sorunları çözmeye çalıştılar. Zaman zaman işimi gördüler, zaman zaman eksik kaldılar. Herkes gibi ben de eldeki araçları kullanmaya devam ettim.

Yıllar geldi geçti. Hızla gelişen teknolojiyi, ihtiyacımı giderecek kadar kullanmayı başardım ama bu konuda istediğim etkinliğe bir türlü gelemedim: Hala sahip olduğum bilgiye her ihtiyacım olduğunda kolayca ulaşamıyorum. Bir yerlerde olduğuna emin olduğum bilgi / döküman hala tam erişilebilir değil. Benim açımdan durum şu: Sahip olduğum bilgiler gitgide daha da artan dikey yapı (klasörler) ile gitgide daha derinlere daldı. Klasörlere koymadıklarım ise kolay erişilebilir lokasyonlardan birinde (çoğunlukla masaüstünde) kısa vadede işimi gören ama uzun vadede neden orada olduklarını bile unuttuğum faydasız varlıklara döndüler.

Bu yazının amacı kişisel bilgi yönetimi konusundaki deneyimimi paylaşmak. Anlattığım senaryo olumsuz görünüyor ama her bireysel arayış gibi bunun da olumlu tarafları çok. İnsan daha iyiyi aradıkça olumsuz deneyimlerde bile hep bir adım ileriye gidiyor. Ben de hala arıyorum; muhtemelen aramaya da devam edeceğim. 2016’dan bu yana yeni bir yoldayım: TheBrain, Notion, Coda benzeri veritabanı mantığında dayalı çözümler kullandım ve diğer kullandıklarıma göre daha iyi organize etmeyi başardım bilgiyi. Şimdilerde Roam Research ve Obsidian ile flört ediyorum.


Bu yazıyı şimdi kaleme almama karar vermemin bu araçlardan bahsetmekten daha önemli bir nedeni var: Bilgiyi anlamlı ve kullanılabilir hale getirmenin kullandığım herhangi bir araca değil belirli bir yaklaşıma dayalı bir çözümde saklı olduğunu hissediyorum. Bu biraz bilgi biraz da o bilginin benim için ne anlam ifade ettiğini fark etme ile ilgili yeni bir bağlam. Daha önce de benzer şekilde herşeyi kontrol altına almak üzere olduğumu hissettiğim oldu ama bu sefer biraz daha farklı bir nokta yakaladığımı düşünüyorum. Yavaş yavaş keşfetmekte olduğum yaklaşım araçlarla değil kendimle ilgili: Aklımın nasıl çalıştığını anlamanın ilk adım olduğunu düşünüyorum artık.

Bu yeni yaklaşıma bu yazıda girmeyeceğim; bu yazının ana fikri kişisel anlamda sahip olduğum bilgiyi saklama ve kullanma amacıyla yaşadıklarımı tarif edebilmek ve benzer şeyler yaşayanlar varsa paylaşmak. Ama yine de kafamda bu konuda önemli bir ışık yakan bir kişi ve onun yarattığı bir yaklaşımdan bahsetmek istiyorum: Niklas Luhmann ve Zettelkasten.

Luhmann rekor sayıda kitap ve makale yazmayı başarmış Alman bir sosyolojist , araştırmacı ve yazar. Zettelkasten ise onun yarattığı bir bilgi yönetim sistemi. Aslında bildiğimiz katalog ve index sisteminden farkı olmayan ama biraz derinlemesine incelendiğinde her bilgi parçacığını ilgili diğerleriyle ilişkilendirme üzerine kurulu son derece kompleks bir sistem.

Hepsini anlatacağım; biraz sabır;) Eğer siz de benim gibi notlarının içinde kaybolanlardansanız ve farklı bir çözüm arayışı içindeyseniz bu konuda bir sonraki yazıda görüşmek üzere…

Selam ve sevgilerimle
Yalçın Arsan - Eylül 2020

--- Yalçın Arsan'ın şahsi web sitesi, tüm hakları saklıdır © 2002 - 2024 --- Kurumsal web sitesi Arsan Danışmanlık