Osho, Afroz ve Meditasyon üzerine

Osho, Afroz ve Meditasyon üzerine

Kimse zorlamadı, ben istedim gitmeyi. Yıllardan 2014, aylardan Temmuz. Aslında tatil için daha uygun bir fırsat yaratamadım; Türkiye’de kaos içinde, şişirilmiş fiyatlı bir tatil geçireceğime yeni bir şeyler denemek istedim. Benim pek aklım ermese de, çevremde sevdiğim bir kaç insanın meraklı olduğu bir meditasyon kampına gitmeye razı oldum. Kız arkadaşımla Yunanistan’ın Midilli adasında, Eresos kasabası yakınındaki Osho Afroz Meditasyon merkezine gittim. İyi ki gitmişim. Eskiden kuşkulanıyordum, artık eminim: Bugün yaşadığımız dünyada, bugün yaşadığımızdan farklı bir hayat mümkün.

Tabelası bile yok Afroz’un: Eresos köyünü geçip amaçsızca aranırken olmadık bir sapaktan, daracık bir toprak yol ile gidilebiliyor. Resepsiyon günün yarısı kapalı. Bu arada gelirseniz öylece birinin gelip sizi bulmasını ve kampı anlatmasını bekliyorsunuz. Size anlatacak bir arkadaşınız varsa şanslısınız, hızlı adapte oluyorsunuz.

Odaların çoğunda iki yatak ve bir dolaptan başka bir şey yok. Az sayıda ‘lüks’ odada bir tuvalet ve perdesi bile olmayan bir duş var. Bir de her taraf ıslandığı için yerdeki suları bir tarafa çekmenize yarayan bir ‘çek-çek’. Odalarda yer bulamazsanız sorun değil: Çadırlar var. Odaların çoğu ve çadırlar için birkaç noktada ortak kullanılan duş ve tuvaletler var. Anlayacağınız “Konfor”un sadece K’si var Afroz’da.

Ama ne ilginçtir ki hiç aramıyorsunuz eksik konforu. Kimse şikayet etmiyor, kimse odalar neden böyle yıkık dökük, neden TV yok diye sormuyor.

Afroz’a ayak bastığınız andan itibaren sanki hayat zaten hep böyleymiş gibi bir duyguya kapılıyorsunuz. Sanki normali buymuş da, diğeri (her zaman yaşadığımız) anormalmiş gibi.

Ve herhalde bu yokluk ve sadelikten olacak (başka bir neden bulamıyorum buna) yüzünüze bir gülümseme geliyor, içinizi bir hoşgörü kaplıyor. Sadece siz değil herkeste var aynı gülümseme ve hoşgörü. Konforsuzluk gibi, bu da hayatın normal standardı gibi gelmeye başlıyor yavaş yavaş. Sizi esir alıyor bu ilginç ve mutlu ruh hali.

Kamp önce karışık geliyor, sonra herşey doğallaşmaya başlıyor. Üçüncü günümde tanıştığım, Osho’nun benzer kamplarının hemen hepsine gitmiş olan bir Türk (eskiden Galatasaray’ın basketbol koçuymuş) buranın özellikle düzensiz tasarlandığını anlattı bana. Tasarlayan kişi yol bile yapmamış, insanlar arazinin içinden en uygun yeri seçerek yürüdükçe yollar kendiliğinden oluşmuş.

Kampın merkezinde mermer zeminli, açık hava, yarım daire şeklinde bir meditasyon alanı var, yanlış anlamadıysam adı “Buddha Hall”. Temel çalışmaların çoğu burada yapılıyor. Kamptaki tek televizyon ünitesi, bir DVD oynatıcıya bağlanmış halde burada duruyor. İşi bitince tahta bir kutunun içine geri kapatılıyor TV. İşi de şu: Her akşam danslarla başlayan, sessizlikle biten saat 19:00 meditasyonundan sonra Osho’nun topluluk önünde yaptığı konuşmalardan biri yayınlanıyor. Bu saatlerde tüm kamp burada toplanıyor, zaman zaman sessiz bir gülümseme, zaman zaman kahkahalarla izliyor bu konuşmaları. Osho’nun felsefesi bu yazının konusu değil, uzmanı da sayılmam, ama şu kadarını söyleyeyim: Bugüne kadar kendisine çok önyargılı yaklaşmışım: Dünyanın en matrak adamlarından biriymiş meğer☺

Kampın merkezindeki “Buddha Hall”, 2017 yılında kapasitesi yetmediği için arkaya doğru büyütüldü

Buddha Hall dışında 3 ayrı (üstü kapalı) meditasyon alanı daha var; her birinde sürekli bir program, eğitim ya da seans var. Eğer öyle hissediyorsanız sabah 7'den gece yarısına kadar meditasyon yapabilirsiniz Afroz’da.

Kampın en ilginç noktalarından biri yemek alanı. Dikkat: Restoran değil, yemek alanı!..
Afroz’da yemek alanı

Ne demek bu demeyin: Yemekler tesisteki (çoğu gönüllü) çalışan tarafından hazırlanıyor, kocaman tepsilerde alanın yanlarındaki banklara getiriliyor ve buradan herkes kendi yemeğini alıyor.

Yemekler tamamen vejeteryan, meyve/sebze’nin önemli bir kısmı Afroz’un arazisinde yetişiyor.

Yemek konusundaki en radikal boyut ise yemekten sonra kendi bulaşığınızı kendinizin yıkıyor olmanız. Yemek tepsilerinin yanında büyük evyelerde herkes sırayla kendi tabak, bardak ve çatal bıçağını kendisi yıkıyor, duruluyor ve kurumak üzere sepetlere güzelce diziyor.

Okuduğunuzda tuhaf gelebilir ama burada bulaşık yıkamak bile insana iyi geliyor. Gerçekten öyle.

Gelelim meditasyon konusuna: Hayatı aklıyla yaşamayı tercih eden, ruhunu besleme ihtimali olan konulara tedbirli bir iyimserlikle yaklaşan bir insan olarak şaşırdım. Çok şaşırdım.

Durum şu: Osho’nun ‘öğretileri’ diye tabir edebileceğimiz ve benim de aklımı kurcalayan sosyal / toplumsal çelişkilerden yola çıkan bir kurgu var. Yıllardır kendime sorduğum, yanıtlarını da kısmen bulup kısmen aramaya devam ettiğim konularla ilgili öyle ilginç noktalardan yaklaştı ki Osho bana, ben de ona ilgisiz kalamadım. Eğer siz de hayat nasıl bir yer olmalı acaba diye düşünüp duruyorsanız bir şans verin derim Osho’ya.

Elbette meditasyon sadece öğretilerden ibaret değil. Bunun çok ötesinde bir pratik, yoğun fiziksel rutin ve egzersizleri var. Bunların detayına girip belki de hayatınızın en ilginç sürprizlerini bozmak istemem ama şu kadarını söyleyeyim: İşe yarıyor. Arka arkaya, çok tekrarla ve grup halinde yapılan bu egzersizler daha ilk günlerden itibaren farklı bir enerji, ciddi bir rahatlama ve bireysel farkındalık yaratıyor insanda. Bunun seviyesi sizin yaklaşımınızın açıklığı ile orantılı: Bir çok sorununu ortaya çıkarıp çok rahatlayanı da gördüm, uzun süre sürece odaklanamayıp sabırla devam edeni de. Ama hepsinin ortak noktası şu oluyor: Herkes pozitif, herkes mutlu.

Peki yeni bir isim olayı nedir?..

Son gün rastladığım yeni ismini alan bir katılımcı için düzenlenen kutlama töreni.

Sürecin katılımcıları açısından en belirgin noktası (eğer tercih ederseniz) sizi öğretilmiş olanlardan kurtulup kendi doğrunuzu bulmaya doğru gittiğiniz bir yolculuğa teşvik ediyor olması. Bu yolculuğu tamamen kendi içinizde yaşıyor da olabilirsiniz, ama kamptaki amaç Osho’nun belirlediği süreçleri tamamlayarak bunu gerçekleştirmek. Bunu başaran ve süreci tamamlayan herkes için bir tören düzenleniyor ve yeni hayatını sembolize etmesi açısından yeni bir isim veriliyor. Bu da tüm kampın katıldığı bir törenle kutlanıyor.

Bu törenlerle ilgili belki de en etkileyici boyut kutlamanın adına yapıldığı kişiye gösterilen sevgi ve saygının büyüklüğü, samimiliği ve coşkusu. Bir gün böyle bir şey yaşar mıyım, bu süreçlerden birini tamamlar mıyım bilmiyorum ama şunu çok net ifade etmeliyim: Benim gibi rasyonel biri için bile merak uyandırıcı…

Tam altı gün geçirdim Osho’nun Midilli adasındaki Afroz kampında. Her bir gün farklı şeyler yaptım, bir sürü insan tanıdım, meditasyon kavramıyla ilk defa fiilen tanıştım ve çok iyi zaman geçirdim.

Tanıdığım insanları da çok iyi tanıdım. Sanki şeffaftılar hepsi, dışından bakınca içini görebildiğin cinsten. Bu insanlarla kurduğunuz iletişimin kalitesi de çok farklı. Anlatmak zor, herkes açık olunca diyalog derin ve ödüllendirici oluyor.

Daha fazlasını anlatmam doğru olmaz. Kişisel bir konu bu; kimine yakın gelir kimineyse çok uzak.

Ama bende şöyle bir etki yarattı: Başka bir hayatın mümkün olduğunu düşünen ama buna ulaşmanın mümkün olmadığını düşünen bir insan olarak, tabir yerindeyse, dünyam tersine döndü.

Nasıl mı?..

İşte tam bu şekilde oldu…

Afroz'da (iyi anlamda) tepetakla oluyor insan...
Güncelleme: Bu sene (2015'de) yine Afroz’daydık. Her zamanki kadar güzel, ama her zamankinden farklı zaman geçirdik. Bu kez no-mind isimli bir atölye çalışmasına katıldım. Henüz hakkında ne düşüneceğimi bilmediğim bu atölye hakkında daha sonra yazacağım. Şimdilik bu sene çektiğim fotoğraflarla idare edin ;)
GÜNCELLEME: Sene 2016, yine Afroz’daydım. Bu kez iki defa gittim: Haziran ve Kasım’da. Haziran ayı açıldıktan hemen sonra ama henüz yüksek sezonun başlamadığı ay sayılıyor Afroz’da, Kasım ise kapanış. Her ikisinde de pek tenhaydı.

Her dönemin havası ayrı. Kimi neşe, kimi hüzün, kimi sükunet, kimi sevgi ve paylaşım dolu. Haziran’da 2 haftaya yakın kaldım bu kez. Kasım’da ise zeytin toplama dönemiydi, tam bir hafta. Haziran besleyiciydi. Kasım büyüleyici; o kadar az kişiydik ki her etkileşim daha derin, sakin ve mutluluk verici oldu.

Bu kez motorla gittim Afroz’a. Daha doğrusu motor değil, Küheylan’la. Motorumun adı o. 1999 Almanya doğumlu orta yaşlı ve tecrübeli bir delikanlı. Otomobile göre daha zahmetli ama daha keyifli bir yolculuktu. Daha özgür. Ruh besleyen cinsten. Daha az planlamaya ihtiyaç bırakıyor, daha anlık karar vermeye uygun. Daha basit ve tasarruflu. Hayatımı şu aralar götürmek istediğim yere daha uygun.

Haziran’daki seyahatimde direkt Midilli’ye, Kasım’da önce Assos’a geçerek gittim Afroz’a. Assos konusunu ayrıca anlatacağım ama yapmak istediğim hayat değişikliğinin adımlarından biri olmasını umuyorum.

Assos (Behramkale) ve Midilli adası fiziksel olarak birbirine benziyor. Aynı iklim, aynı doğa. Ege işte…

Detaylar farklı, özellikle günlük yaşamda: Yunan’lılar yaşamayı biraz daha seviyor gibiler. Yemekleri de, günlük hayatta yaptıkları da Türk’lerden farklı. Büyük farklar değil ama sofraya oturduğunuzda farkı hissetmemek de mümkün değil. Daha özenli, daha kaliteli her şey.

Ve ucuz: 21 kişi şaraplı Uzo’lu her türlü yemek yemek yedik 213 Euro verdik Anemothia isimli minik kasabada. Daha önemlisi de kasabadaki ufacık bir kafe / restoran benzeri yerde ve Kasım ayında öğle yemeğinde Şarap ve Uzo bulabiliyor olmak, harika bir servis alabilmek. Detaylar farklı derken bunu kast ediyorum.

Neyse, bu detaylara çok girmek istemiyorum, konu Afroz. Çok, ama çok iyi geldi Kasım 2016 ziyareti bana. Böyle bir etki beklemiyordum… Kampta toplam 10–12 kişiydik. Sabahtan 14:30'a kadar zeytin topladık, sonrasında meditasyon yaptık.

Alman ve Hollanda’lılar çoğunluktaydı bu kez. Sohbetler ettik, şarkılar söyledik, birbirimizi tanıdık, anladık, sevdik, dost olduk. Her şeyi konuştuk. Hayattan, bugünden, gelecekte ve geçmişten. Nasıl bir hayat istediğimizden bahsettik. Neler yapmak istediğimiz, neler yapmak istemediğimizi anlattık. Okuduklarımızdan, gezdiklerimiz ve gördüklerimizden bahsettik. Sorduk. Yanıtladık. Güzel ve güzel olmayan anılardan bahsettik. Kişisel de konuştuk, global de. Hatta Trump’ı bile konuştuk :)

Bir şeyi hiç yapmadık: Yargılamadık. Sorgulamadık. Sadece dinledik. Anlatanı anlamaktan başka bir amacımız olmadı. Olsaydı ne olacaktı ki zaten? Birine yanlış yaptığını göstersek ne olacaktı?

Dinlemenin keyfime vardık. Anlatan da yargılanmamanın. Huzur ve sakinlikle dolduk taştık. Gelenler oldu, gidenler de. İlginç bir alışkanlık var Afroz’da el sıkışmak yerine sarılıyor insanlar birbirine. Uzun ve sessiz sarılmalar bunlar. Bu kez bunun anlamını biraz daha iyi anladım. Farklı bir şeyler oluyor böyle sarılınca insan birbirine. Teslimiyet gibi, sohbet gibi, samimiyet gibi. Gelene de sarıldıki gidene de. Uzun uzun. O anki iletişimin keyfine vararak. Yavaş yavaş anlıyor ve çözüyorum buranın büyüsünü, kalın kafalıyım ben biraz ;)

Hava rüzgarlı ve biraz da serindi. Bir gün denize girmeye bile kalktım ama olmadı. Durum şöyleydi:

Hızla geçti koca bir hafta Afroz’da ve Kasım’da. Ve bitti sonunda.

Bir sabah erkenden Küheylan’a atlayıp geldiğim gibi sessizce döndüm İstanbul’a. Ve kendime şu soruyu sormaya devam ediyorum geldiğim günden bu yana: Yaşadığım hayata mecbur muyum?..

Bu seneden (2016'dan) bir kaç da fotoğrafla kapamak istiyorum 2016 Afroz sezonunu. Mecbur olduğum hayat beni bekler ;)


2017: Temizlik Yılı

Afroz’da dördüncü yılıma girdim, artık buraya gelmemeyi düşünemez oldum desem yeridir. Her ne kadar hayatıma Assos’daki yeni macera girmiş olsa da kalbim dönüp dolaşıp beni buraya geri getiriyor. Bu sene de farklı bir içerikle Afroz’daydım: Temizlik. (detaylar yakında!..)

2017 Afroz’da geçirdiğim en ilginç yıllardan biri oldu: İlk defa ciddi bir atölye çalışmasına katıldım: Liver Cleansing yani karaciğer temizliği

Güncelleme: 2020 yılındayız ve Korona virüsü günleri yaşıyoruz; neyin ne olacağı belirsiz…

Afroz ile ilgili olarak ise durum şu: 2017 sonbaharından bu yana hiç gidemedim. Nedeni kişisel olarak “kırılganlıklarımızı” azaltmaya çalıştığımız bir döneme girmemiz oldu. Kırılganlık tabirinden ne kast ettiğimi açayım: Özge ve beni olumsuz yönde etkileme riski olan her türlü gelişmeye ben kırılganlık adını veriyorum.

Peki ne yaptık? 2016 yılı sonunda Behramkale’de bir köy evi aldık ve takip eden 3 yılda onu yavaş yavaş yaşanabilir bir mekan haline getirdik. 5 bölümden oluşan hikayenin ilk bölümü burada. Bu adımla uzun vadede şehirden tamamen göç etmemiz gerekmesi halinde şehirden çok uzak olmayan (acil gitmemiz gerekse gidilebilecek bir mesafede) ama olumsuzluklardan da yeterince izole olacak kadar uzak bir yerde yerleşim imkanı yaratmaktı. Epey zamanımızı aldı ama sonunda başardık diyebilirim. Köy evimizin son hali burada.

Ama bu arada gördük ki köye tamamen yerleşmeye hazır değiliz; hem fiziksel (işimizin %75'i İstanbul’da olduğu için) hem de manevi olarak (sosyal çevremizden de tamamen kopmak zor olduğu için) bir 10 yıl daha şehir hayatını tamamen terk edemeyeceğimizi, geçişin kademeli olmasının bizim için daha doğru olduğunu fark ettik. Bunun üzerine sahip olduğumuz ve kirada olan evimizi sattık, elde ettiğimiz küçük bütçe ile Kadıköy merkezde eski bir binada ve kötü durumda bir ev aldık. Kendimize bir tadilat bütçesi öngörüp bu miktar kadar da kredi alarak aynı köy evinde yaptığımız gibi bu evi de onarıp istediğimiz hale getirdik. Yani şehirde barınmayı da elden geldiğince düşük maliyetli bir pratik haline dönüştürmeye çalıştık.

Dolayısıyla son üç yıldır Afroz hasretimiz giderek büyüdü. 2020'de muhtemelen bir daha şansımızı deneriz…

Köyde ve şehirde hayat konusunda sürekli gelişen ve evrilen düşünceler var kafamızda. Sürekli planlıyor ve hayata geçirmek için kendimizce hazırlık yapıyoruz. Bu konuda düşüncesi olan varsa lütfen haber edin bize ;)

--- Yalçın Arsan'ın şahsi web sitesi, tüm hakları saklıdır © 2002 - 2024 --- Kurumsal web sitesi Arsan Danışmanlık