Sonuç Üretmeyen Sosyal Medya Yaklaşımları

Sonuç Üretmeyen Sosyal Medya Yaklaşımları

Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra internette gözlediğim üslup, üzerinde uzun süredir düşündüğüm bir görüşü netleştirdi: Sosyal medyanın ‘tüm dünyaya hitap etme’ kapasitesi bizi çoğu zaman temel amacımızdan saptırıyor ya da olmayan bir amacımız varmış gibi davranmaya itiyor.

Sanıyoruz ki politikayı düzeltmek bizim görevimiz; insanların görüşlerini değiştirmek elimizde; dünyayı kurtarmak bizim temel amacımız.

Bu noktada kendimle biraz çelişmiyor değilim: Dünyanın daha iyi bir yer olması için herkese görev düştüğüne inanan biriyim aslında. Ama sosyal medyayı kullanırken çok önemli bir noktayı gözden kaçırdığımıza olan inancım son dönemde pekişti:

“Birini bir fikre ikna etmeye çabalamak, sadece kendi fikrimize daha çok inanmamıza neden oluyor. Karşı tarafın fikrini etkilemiyor. ”

Hele süreç bir de yüzyüze olmadığınız kişilerle sizin aranızda (yani sosyal medyada) gelişiyorsa, ver elini uzun tartışmaların dayanılmaz cazibesi, altta kalmama gayretinin bitmeyen enerjisi, kavramları her tarafa esneterek kullanma özgürlüğü, “nasıl, lafı iyi koydum ama di mi?” diyebilmenin verdiği tatmin…

Ne yazık ki hepsi geçici. Kazananı yok klavye savaşının. Aldığınız like’ların sayısının da önemi yok. Kitap gibi kalıcı değil sosyal medya: Ağzınıza alıp kısa sürede tadı biten bir jiklet kadar hızlı tüketilen bir içerik üretiyorsunuz aslında

Sosyal medya’da kalıcı olan ise bir tek şey var: Üslup. Eğer üslubunuz bir bütün olarak tutarlı ise, onu zaman içinde yavaş yavaş oluşturuyorsanız kalıcı mesaj verme kabiliyeti oluşmaya başlıyor.

Değişim zaman istiyor.


Türkiye’de bugün iktidarda olan rejimin iyi niyetine de, etkinliğine de, yetkinliğine de inanmıyorum. Ama inananlara da saygım var. Belli ki benden farklı bir bakış açıları var, hayatı farklı değerlendiriyorlar. Onları anlamak için ise dinlemekten başka yol göremiyorum.

Benim gibi düşünen ama fırsat bulup da bunları alt alta yazamayanlar için sosyal medyada sonuç getirmediğini gözlemlediğim yaklaşımları listeledim; buyrun:

  1. İkna çabasından vazgeçin; öyle bir olanak yok. Dinleme (karşınızdaki görüş size ne kadar ters olsa da) ve sakince yanıt vererek tartışma sürecini ‘görüş alış verişi’ çizgisine sürüklemeyi deneyin.
  2. Kızmayın, suçlamayın: Şezlong’çular, boykotçular, karşı görüşü destekleyenler ve daha nice size uymayan yaklaşıma sahip olanlar bunu bir nedenle yapıyorlar. Bu nedeni anlamaya ve üzerinde konuşmaya çalışın. Diyalog zamanla yeşerir, büyür ve tahmin etmediğiniz bir etki yaratabilir.
  3. Parti odaklı olmayın: Çünkü sanılanın aksine artık partiler geçici, görüşler kalıcı. Başkanlık sisteminin sorgulandığı bir döneme giriyoruz, yani Türkiye’deki politik düzen (başkanlık olsa da, olmasa da) büyük değişikliklere gebe. Parti değil yaklaşım odaklı, liderlere bağımlı olmayan ve dolayısıyla evrensel doğrulardan yola çıkan bir politik görüş oluşturun ve bunu savunun. Zamanla bu görüşü sahiplenen bir parti olursa desteklersiniz. Olmazsa da kaybınız yok, zaten bugün de durum bu☺
  4. Sabırlı olun: Eğilimler ve buna bağlı tercihler zamanla oluşuyor, ancak zamanla değişir. Aynı sağlıklı bir çocuğun ancak 9 ayda oluşması gibi Türkiye’nin de geleceği ihtiyaç duyduğu kadar zaman içinde oluşup şekillenecek.

Bir şey için kendinizi iyi hissedecekseniz, hayalini kurduğunuz hayatı yaşamak için elinizden geleni yaptığınız için hissedin; size karşıt görüştekine ne kadar kapsamlı ve doğru bir yanıt verdiğiniz için değil…

Read more

--- Yalçın Arsan'ın şahsi web sitesi, tüm hakları saklıdır © 2002 - 2024 --- Kurumsal web sitesi Arsan Danışmanlık