Yol Haritası

Nisan 2012 tarihli “Motorsporu Kurtulur mu?” başlıklı köşe yazısında Türkiye’deki motorsporlarının yapısından ve sporun ilerlemesi kavramına yüklenebilecek anlamdan kısaca bahsetmiş, Türk Motorsporlarının bildiğimiz yöntemlerle yaşatılmaya çalışılmasının sonuç getirmeyeceğinden bahsetmiştim: Türkiye’de motorsporlarının ilerlemesi için şekil değiştirmeye, kimi yönetimsel boyutlarının farklı içeriklerle kurgulanmaya ihtiyacı var. Sporun ticarileştiği çağdaş dünyada, finansal kaynağa şiddetle bağımlı olan bu sporun, ticaret gibi ele alınıp yönetilmesini sağlamak gerekiyor.


Bu yazının amacı Türkiye’de motorsporlarının yönetimi ile ilgili yeni bir yaklaşım önermek. Bu yaklaşımın doğru anlatılabilmesi için de dayandığı temel varsayımların anlaşılması gerekiyor. İlk varsayım ‘sporun yönetimi’ kavramına yüklediğim amaçla ilgili: Yönetimin, yani Federasyonun spordaki rolünü ‘Global anlamda rekabet gücüne sahip sporcu ve takımlar oluşması için gerekli olan sportif ve ekonomik ortam sağlamak’ olarak tanımlıyorum. Yazının geri kalanında önereceğim yöntemler bu amaca yönelik olacak.
İkinci varsayım ise önereceğim yeniden yapılanma için sporun önemli paydaşlarının bir bütünleşme sürecine hazırlıklı oldukları varsayımı. Karşılıklı suçlamaların hakim olduğu hesaplaşma sürecinin bir şekilde sona ermesi, veya spordan ayrıştırılması gerekiyor. Suçlama mantığına dayalı mücadeleler çözüm önermeyen süreçlerdir. Uzun süren çatışma sonunda taraflardan biri kazanır gibi görünür, ama böylesi bir mücadele ile kazanan taraf fark yaratamaz. Görünmeyen düşmanı çok olacağı için üretken olamaz. Çoğu zaman gelen, gideni aratır.
Diğer taraftan önerdiğim bütünleşme, sorgusuz-sualsiz bir barışma demek değildir. Yapılabiliyorsa sporun çıkarı uğruna diyalog ile ortak bir noktada buluşulması, yapılamıyorsa hukuki sürecin operasyonel boyuttan ayrılmasıdır. Yasal mücadele illa devam edecekse, yönetim insiyatifi sporun tüm paydaşlarının güvenebileceği bir yönetime teslim edilmelidir. Kavga sürerken dönüşüm yaşanamaz.
İleri adım atmak istiyorsak ya kavgayı bitireceğiz, ya da spordan ayırarak etkisini kısıtlamaya çalışacağız.

Rekabet Gücü olan sporcu ve takımlar

Federasyonun rolünü, rekabet gücü yüksek sporcu ve takımların oluşmasını sağlamak olarak tanımladıktan sonra, çözmemiz gereken en önemli sorunu hatırlamakta fayda var: Finansal kaynak. Rekabet gücü, ancak yüksek rekabetin olduğu ortamlarda, rekabet ise güçlü ve iyi yönetilen takımlar ve markalarla oluşur. Amaçları iyi tanımlı markalar, güçlü takımlar ve kariyer olarak bu alanı seçmiş sporculardan oluşan ve satılacak değerler üretebilen bir ‘eko-sistem’ yaratmak, kaliteli rekabet ortamının ilk şartıdır.
Bu konuda hem iyi, hem de kötü haber var: Motorsporları, ticaretin lokomotif sektörlerinden biri olan otomotiv ile direkt olarak ilişkilendirilebilen bir spor dalı. Dolayısıyla endüstürisi ile yakınlaşarak kendine kaynak üretmesi teorik olarak mümkün. Kötü haber ise itibarının düşük olması. Uluslararası başarımız olmaması, yerel kahramanlarımızın az olması, takımlarımızın zayıflığı gibi bir çok faktör motorsporunun Türkiye’deki itibarının düşük olmasına yol açıyor.
Türkiye’de motorsporlarının geleceği için önereceğim yol haritası işte bu temel tesbit ve görüşlerden yola çıkıyor: Uluslararası anlamda rekabet gücüne sahip sporcu ve takımlar yaratılmasına uygun ortamı sağlamak için kendine kaynak üreten ve itibarı yüksek bir motorsporları yaratmak.

Yol Haritası

Bu üç temel amaca ulaşmak için 8 adım öneriyorum:

  • Otomotiv sektörü ile kopan bağların yeniden kurulması:
      Son örneğini 2000’li yıllarda yaşadığımız marka ilgisinin yüksek olduğu bir dönemden sonra artık fabrika takımının kalmaması, marka lisansı kavramının bile neredeyse ortadan kalkmış olmasının en önemli nedeni sektör ile bağların neredeyse tamamen kopmuş olmasıdır.Bu yabancılaşma sürecini tersine döndürmenin ilk adımı Federasyon yönetim kurulunun %50’sinden fazlasını otomotiv sektörü yöneticilerinden seçmektir. Bu aksiyon rahatlıkla hayata geçirilebilir ve sözkonusu kişiler tarafından da kabul görür. Önerim, en az 9 kişiden olaşacak yönetim kurulunun 5‘inin otomotiv sektörü üst düzey yöneticilerinden oluşmasıdır.Bu sayede sektörün sporla ilgili farkındalığını arttırmak için önemli bir adım atılır. Burada not etmek gereken önemli nokta otomotiv sektörünün sadece otomobil markalarından oluşmadığı, en az ana sanayisi kadar büyük ve güçlü bir de yan sanayisi olduğudur. Yani otomotiv deyince sadece otomobil markaları akla gelmemeli, otomotive ürün ya da hizmet üreten tüm firmalar bu kapsamda değerlendirilmelidir.
  • “Otomotiv” kavramının federasyon kapsamına/gündemine alınması:

Tüm ulusal federasyonların üst kurumu olan Uluslararası Otomobil Federasyonu (FIA)’nın kapsama alanı sadece sporla kısıtlı değil. FIA’nın ulusal eşdeğeri olan yerel federasyonların da benzer bir yönetim anlayışı benimsemeleri mümkün. FIA, otomotiv sektörünün başta ACEA (Avrupa Otomotiv Üreticileri Birliği) olmak üzere tüm sivil toplum kurumları ile direkt ilişkisi içinde. Bizde ise durum çok farklı: Tosfed’in OSD (Otomotiv Sanayicileri Derneği), ODD (Otomotiv Distribütörleri Derneği) ve OYDER (Otomotiv Yetkili Satıcıları Derneği) ile bir işbirliği yok. Bu küçük bir detay gibi görünse de federasyonun kapsama alanını ciddi olarak daraltıyor, otomotiv sektörü ile ilgili sportif olmayan, sosyal ya da ekonomik içerikli bir çok potansiyel projeyi federasyonun gündeminden düşürüyor. Bu durum bir çok iş ilişkisinin kurulduğu sektöre özel organizasyonlar, konferanslar ve seminerlerde federasyonun temsil edilmemesine ve spor yönetiminin sektörden ve muhtemelen bir çok devlet kurumundan yabancılaşmasına neden oluyor.
Benzer bir konu da Turing’in pozisyonu. Federasyondan önceki resmi sportif yapı olan “Turing” Otomobil kulübünün de bugün için tek işlevi tarihi değerleri korumak, değerli binaları restore etmek olarak kaldı. Turing konusu üzerinde düşünmeye değer bir konu, çünkü hala otomotiv bağlantısından gelir elde ediyor: Uluslararası ehliyetlerin verilmesi, yurtdışına giren/çıkan araçların harçları ve benzeri bir çok geliri olan Turing’in bu işlevlerinin Federasyon bünyesine alınması için Turing’in de kabul edebileceği etmeyecek bir formül bulunabilir. Önerim bu önemli yapısal konuda devlet tarafında kararlı bir lobi yapılması ve eğer destek alınabilirse, yapılacak bir ana sözleşme değişikliği ile federasyonun isminin TOF (Türkiye Otomobil Federasyonu) olarak değiştirilmesidir. TOF ismi, aynı FIA gibi, temel konusu otomobil sporları olmasına rağmen sadece sportif değil, sosyal ve ekonomik kapsama alanlarına da sahip, çok amaçlı bir kurumu temsil eder. Değişimin ilk ve en büyük kanıtı olur.

  • Medya ile zarar gören bağların onarılması:

Son on yıllık dönemde (otomotiv sektörüne benzer şekilde) basınla olan ilişkiler de zarar gördü. Spora sadık kalmayı başaran bir avuç emektar medya mensubunun kararlı çabaları hala güçlü, ama onlar da yorgun. Diğer taraftan bu konuda özellikle son 6 ayda doğru yönde birçok adım atıldı: Federasyon, spor camiasının tanıyıp sevdiği, çalışkan ve yetkin bir basın danışmanı ile çalışmaya başladı. Bu sürecin desteklenerek kapsamının genişletilmesi gerekiyor. Yeni, yaratıcı ve iyi tanımlı amaçları olan ve dönemsel olarak yönetim insiyatifinin belirleyeceği/revize edeceği hedeflere göre yön değiştirecek bir iletişim yaklaşımı oluşturulması, medya yönetiminin en önemli amacı olmalıdır. Medyanın gündemi, yönetimin gündemi ile eşlenmeli, harcanan çaba ortak ve eşzamanlı olmalıdır.
Otomotiv sektörüne benzer şekilde federasyon yönetim kurulunda en az bir medya mensubu bulunması da önemlidir. Sporun itibarının yönetilmesi gereken bu kritik dönemde etkili bir basın mensubunun yönetim kurulunda olması büyük fayda sağlar.

  • Yönetişim:

Dünyada son dönemde popüler olan bir yönetim yaklaşımı olan
‘yönetişim’ (corporate governance) kavramı, ilk bakışta bir spora uygulanmak için fazla kurumsal gelebilir, ama bir çok sorunumuzun çözümüdür. Bu kavram adil, şeffaf, hesap verebilen ve sorumlu yönetim felsefesini temsil eden bir yönetim anlayışıdır.
Yönetim insiyatifini bulunduran kişilerin mutlak gücü üzerine kurulu değil, tam tersi yöneticilerin, sporun paydaşlarına karşı sorumlu oldukları bir yönetim yaklaşımıdır. Özellikle son yıllarda dünya ekonomisinde yaşanan büyük iflaslarla popüler hale gelen bu çağdaş yönetim anlayışı, Türkiye’de de özellikle halka açık büyük ölçekli şirketler tarafından son yıllarda uygulanmaya başladı. Bugün bağımsız denetlemeye tabi bir çok kurumda periyodik olarak ölçülen bir ‘yönetişim endeksi’ bulunuyor ve bu sayede bu şirketlerin ne ölçüde adil, şeffaf, sorumlu ve hesap verebilir olarak yönetildikleri görülebiliyor. Benzer bir yaklaşımı bizim konumuza uyarlamak hem sporumuzun zedelenen itibarını bir miktar onaracak hem de şeffaflığa dayanan bir disiplin getirecektir: Şeffaflık karmaşık ve verimsiz düzenleri terbiye eder, sade ve etkin süreçlere dönüştürür.
Yönetişim sürecinin finansal açıdan iki temel prensibi bulunuyor:

  • Denk bütçe anlayışı: Geliri kadar harcama yapan organizasyon mantığına acil olarak ihtiyacımız var. Eğer organizatörün geliri (federasyondan aldığı ödenekle beraber değerlendirildiğinde) istenen nitelikte bir organizasyon yapmaya yetmiyorsa, o yarış yapılmamalıdır. Sezonun ilk yarışı olan Ege Rallisi’nde yıllar sonra ilk defa bir takımlar toplantısına katıldım ve organizatör kulübün “bu paraya bu kadar olur” yaklaşımını üzülerek gördüm. Kaynak eksiği yüzünden hakkıyla yapılamayan organizasyon, hiç yapılmamalı ve bir sonraki sezonlar için (farklı iller, farklı organizatörler gibi) alternatifler aranmalıdır. Eldeki kaynağın yettiği kadarıyla idareten yapılan yarıştan ne sporcuya, ne sponsora ne de seyirciye fayda gelmez.
  • Yıllık bütçelenen ve gercekleşen faliyet sonuçlarının (bilanço, gelir tablosu ve nakit akım tablosu özelinde) muhasebe standartlarına uygun içerik ve detayda hazırlanmalı, bağımsız denetimden geçirilmeli ve şeffaf bir ortamda kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Bugün yapıldığı haliyle paylaşım periyodik değil, faliyet raporları ve bütçe planı adıyla verilen tablolar içerik olarak kısıtlı, Federasyon denetim kurulu tarafından yapılan denetim ise bağımsız olmadığı için teorik açıdan tamamen anlamsızdır. Para ve paranın kullanımı ile ilgili tüm süreçlerin tamamen şeffaflaşması herkesi rahatlatır. Federasyon, aynı halka açık bir şirketin Sermaye Piyasası Kuruluna karşı sorumlu olduğu detayda raporlama yapmalı ve denetlenmelidir. Sorular, endişeler ve yanlış anlaşılmalar ancak böyle engellenebilir.
  • Profesyonel takım ve sporcu mantığı:

Çözülmesi en zor ama en kritik sorunumuz bu: Sporcularımızın profesyonelleşmesi, yani bu işten hayatlarını kazanabilmeleri. Profesyonel sporcu sabah kalkıp takımının garajına, spor salonuna ya da katılacağı test aktivitesine gitmelidir; hafta içi çalıştığı ve aldığı maaşla geçindiği diğer işe değil. Benzer şekilde profesyonel takım da yaptığı yatırımın karşılığını, yönettiği operasyonun başarısı oranında alabilmelidir.
Bu konunun tüm detayını burada tatışmak mümkün değil, zira çözüm önerileri hakkında çelişkili görüşler üretilebilecek bir konu ve ortada model olmadan konuşmak yanlış anlaşılmalara yol açabilir. Şu aşamada söylemek istediğim en önemli şey bu sorunun uzun vadeli ve kalıcı olarak çözümü için futbol benzeri bir gelir paylaşım modeli oluşturulması, takım ve sporculara, spora sağladıkları katkı ve/veya elde ettikleri sportif başarı oranında ödenek ayrılmasıdır. Takımın veya sporcunun spora sağladığı katkı nedir diye soracaklar için hemen açıklayalım: Takımlar ve sporcular olmadan, spor da olmaz yani bunların varlıkları (ve devamlılıkları) sponsora satılabilecek değerin en önemli boyutudur.
Elbette dağıtılacak bir gelir olması için ilk şart ortada satılacak bir değer olmasıdır. Sponsor arama aşamasına ancak bu değer yaratıldıktan sonra geçilebilir. Kısa ömürlü olmuş olsa da 2007 – 2008 yıllarında hayata geçirmeyi başardığımız Arkas Otomotiv Türkiye Ralli Şampiyonası, 2007 Gulf Pist şampiyonası, yine o yıllarda hayata geçirilmeye çalışılan televizyon yayın haklarının satışı gibi konular, o gün kullanılan yöntemlerden farklı yaklaşımlarla, tüm paydaşlarına fayda sağlayacak şekilde bugün tekrar ele alınmalıdır.
Bu konuda uzun vadeli bir plan yapmak ve ilk 2 yılında sponsorsuz yaşamak gerekeceğini, yani sistemi bir şekilde özkaynaklarla finanse etmek gerekeceğini varsaymak gerekir; zira yakın çevremizde onca denemeden sonra yıldıkları ve spordan uzaklaştıkları için artık parasını bize verecek cesarette büyük sponsor adayımız kalmadı. Potansiyel sponsorları tekrar spora çekebilmek için öncelikle ortaya bir değer koymalı ve itibarımızı onarmalıyız.

  • Proje Üretimi:

Sporu finanse etmenin ilk yıllarında öz kaynak kullanmaktan başka yol olmayacaktır. Sporun öz kaynağı ise devletten aldığı ödenektir. Devlet kaynağı kullanmanın ilk şartı ise proje üretmektir. Dünyada stabil bir büyüme hızına sahip az sayıda ülkeden biri olan Türkiye, büyük projelere aç durumda. Motorsporun projesi mi olur demeyin: Formula 1 ülkeye gelir ve itibar sağlayabilecek bir projeydi ve hayatta kalabildiği süre boyunca bu amaca iyi kötü hizmet etti. Benzer şekilde Le Mans, WTCC, MotoGP, Karting gibi organizasyonlar ve hatta bu sene sonunda Türkiye’de yapılacak olan FIA yıl sonu ödül töreni gibi ilk bakışta magazinel gibi görünen konular, akıllıca ele alındığında büyük projelerdir. Hareket yaratır, para üretir, istihdam sağlar, çevrenizi genişletir. İş hayatınızın çapı, çevrenizin genişliği ile doğru orantılıdır.
Diğer taraftan üretilecek projelerin illa sportif olması gerekmez. Devletin kimi zaman kendi kaynaklarıyla kimi zaman AB fonlarıyla desteklediği bir çok alan var. Bu alanlardaki desteklerden faydalanmanın yolları aranabilir. Özellikle teknolojik geliştirim içeren (örneğin alternatif enerjiyle ilgili aklınıza gelebilecek her alan) ve teknik üniversitelerle ortaklaşa hayata geçirilebilecek çok sayıda proje üretilebilir.
Bu gündemin sağlıklı yönetilmesi için federasyon içinde kurulacak küçük ama etkili (ve yetkili) bir komisyon kurulmalı, bu komisyon sürekli olarak proje üretme ve finansman sağlama üzerine regülasyonları incelemeli, ilgili resmi kurumların kapısını aşındırmalıdır.

  • Organizasyonların başarısı oranında ödüllendirme:

Organizatörler, temel başarı kriterlerini sağladıkları oranda ödüllendirilmeli ve bu sayede işlerini daha iyi ve daha verimli yaptıkça daha fazla kaynağa sahip olmalıdırlar. Yine 2007/2008 yılında uygulanan ve organizasyonları sadece teknik açılardan değil sponsor beklentileri açısından da değerlendiren “kritik başarı faktörleri” uygulamasına geri dönülmeli ve organizasyonlar bu açılardan da muhakeme edilmeli, zayıf alanlar yavaş yavaş iyileştirilmeli, organizatör kulüplerin yetkinlikleri ve buna bağlı olarak finansal girdileri bu yöntemlerle artırılmalıdır.

  • Sosyal ve Toplumsal Projeler:

Artık hayatımız sosyal projelerle dolu. Toplum yararına amaçlar içeren bu projelerin hayata geçirilmelerindeki en önemli motivasyon itibar kazanmak. Bizimki gibi sosyal yönü çok güçlü bir sporun da mutlaka bu alanda aktif olması, uzun soluklu ve anlamlı sosyal projeleri hayata geçirmek için çalışması gerekiyor. Ben bu satırları yazarken Federasyon’umuzun, FIA’nın Avrupa’da uyguladığı yol güvenliği projesine katkıda bulunduğu yönünde bir açıklama geldi. Bu teorik olarak bahsettiğim içerikte ve olumlu bir adımdır. Ancak uluslarası bir operasyonun parçası olmak yeterli değil. Ayrıca Trafik ve yol güvenliği Türkiye’de bir çok kurum tarafından yıllardır işlenen, neredeyse klişe haline gelmiş bir konu.
Kast ettiğim içerik daha özgün ve daha Türkiye’ye özelleştirilmiş olmalıdır: Örneğin İstanbul’daki trafik sorununa yönelik çözüm önerileri üretmeye dayalı bir sosyal proje çok daha bize özgün olur ve dikkat çeker. Bu konuda dünyada Londra, Tokyo, New York gibi metropollerde uygulanan ve çevre / yol mühendisliğinden başlayıp trafik sinyalizasyonu ve trafik akış hızlarının optimizasyonuna varan bir yelpazede bir çok çözüm üreten onlarca proje var. Federasyon, buna benzer bir proje yaratmalı, sahiplenmeli ve en az iki yıl sabırla üzerinde çalışmalıdır.
Projenin konusu ne olursa olsun, önerim her iki yılda bir, tercihan farklı bir devlet kurumunun işbirliği ile ortak hayata geçirilecek bir sivil toplum projesi üretilmesidir. Bu yaklaşım sporun yönetim insiyatifinin bilinirliğini artırır, hem toplumsal alanda hem de devlet kurumları tarafındaki itibarını güçlendirir.

Sonuç

Sene başında federasyon başkanı ile yaptığım kısa görüşmede koltuğuna talip olduğumu söylemiş ve desteğini istemiştim. Bu yaklaşımımla ilgili olumlu/olumsuz bir çok geri dönüş aldım. Olumsuz olanların dayandığı nokta yeni başkanın eskisini bir seçimle yenmesi gerektiği görüşüydü. 23 yıldır içinde olduğum bu sporun geleceği ile ilgili benim görüşüm ise oldukça farklı: Bana göre sporu ileri götürmek için bugünkü yönetim ekibinin muhalif grubun enerjisine, muhalif grubun ise bugünkü yönetimin geçtiğimiz 12 yılda kurmuş olduğu alt yapıya ihtiyacı var.
Sporumuz bir sektör haline gelmiş, oturmuş süreçleri, güçlü oyuncuları ve kurumları oluşmuş olsaydı durum farklı olurdu. Ama bugünkü koşullarda, tarafların düşmanca mücadele ettiği bir seçimle başa gelen kim olursa olsun, diğerinin muhalefeti (farklı ölçek ve içerikle de olsa) devam edeceği için kayda değer fark yaratamaz.
Yukarıda saydığım temel amaçlar ve bunlara hizmet eden sekiz adımlık yol haritası açık kaynaklıdır: Kim dilerse alıp kullanabilir, faydalanabilir, kendi görüşlerine göre değiştirip farklı şekillerde hayata geçirebilir. Bunları kimin yapacağı değil, bir şekilde yapılması önemlidir.
1989 yılı Temmuz ayında Ege Rallisi’nde ilk yarış startımı alırken aklımda ve kalbimde sporcu olmak vardı. 1990’lı yılların ortasında bunun mümkün olmadığını, ayrı bir kariyere daha ihtiyacım olduğunu fark ettim; pilotluk gayretimi hobiye dönüştürüp profesyonel hayata odaklandım. Takip eden yıllarda “fabrika takımı” kavramının kurumsal değerimi farkedip Ford’un motorspor organizasyonunu, kurumun gündemine hizmet eden, çok yönlü ve krizlere dayanıklı bir ticari yapıya kavuşturmaya gayret ettim. 2000’li yılların ikinci yarısında yöneticiliğini yaptığım çok markalı bayiler grubu Arkas Otomotiv’in amaçları ile motorsporlarının sektöre yeni giriş yapan bir kuruma sağlayabileceklerini örtüştürerek her iki tarafa da fayda sağlamaya çalıştım. Sonra biraz mola verip motorsporlarının görselliğinin tadına vardım. Bugünlerde ise sporumuzda ayakta kalan tek fabrika takımı olan Castrol Ford Ralli ekibinin pilot ve ko-pilotlarına danışmanlık yapıyor, sporcunun kişisel gelişimi boyutunu anlamaya ve motorsporlarındaki bireysel yetkinlikleri iyileştirmeye odaklanmaya çalışıyorum.
Bir yandan da sektörü ile entegre olmuş, sadece motorsporu değil otomotiv kavramını da kapsayan, medyası ile barışık, sabırlı ve kararlı çabası sayesinde itibarı her geçen gün yükselen, yönetim süreçleri şeffaflaşan, çok çalışan, proje üreterek kaynak yaratan, çalışanı ödüllendiren ve sosyal sorumluluklarını sahiplenen bir motorsporları hayal ediyorum.
Hayal mi? Hayal…
Ta ki biz gözlerimizi açana kadar. Sevgi ve saygılarımla,
Yalçın Arsan

Read more

--- Yalçın Arsan'ın şahsi web sitesi, tüm hakları saklıdır © 2002 - 2024 --- Kurumsal web sitesi Arsan Danışmanlık