“Yaratamazsınız - 2”
Belgenin ana fikri teknoloji, altyapı ve marka yatırımlarının desteklenmesi. Yapılacaklar beş adet hedef ile tanımlanmaya çalışılmış: Ar-Ge yatırımlarının artırmak, Türk otomotiv şirketlerinin (tasarım/üretim/ markalaşma) becerilerini artırmak, iç ve dış pazarları büüyütmek, hukuki düzenlemeleri iyileştirmek ve fiziki altyapıyı geliştirmek.
Strateji belgesine sektörden gelen ilk tepkiler tedbirli; zira otomotiv yöneticileri bu tür genel hedeflerin yanında vergisel iyileştirmeler gibi iç pazarı hareketlendirmeye yönelik aksiyonlar da bekliyordu. Sanayi Bakanlığıʼnın hazırladığı belge iç pazarı büyük oranda gözardı ediyor, daha çok dolaylı önlemlerden bahsediyor. Aksiyonların çoğu üretim ve geliştirim gündemine hizmet ediyor, altyapı kurmayı veya varolan yapıları iyileştirmeyi hedefliyor. Belli ki devlet işin perakende tarafıyla pek ilgilenmiyor.
Hedefler uzun vadeli
Belgenin içeriği ilk bakışta biraz genel geçer gibi görünüyor. Ancak bu tür bir yaklaşımın uzun vadeli hedefleri öne çıkarması gayet doğal. Daha net bir fikre sahip olmak için Sanayi bakanı Nihat Akgünʼün yaptığı sözlü açıklamalara kulak vermek yerinde olur.
Akgün Türkiyeʼde bir “Detroit yaratmak” fikrinden bahsediyor. Yani otomotiv üreticilerinin ve yan sanayisinin toplandığı, kimi zaman rekabet ettikleri kimi zaman ise işbirlikleri yaptığı bir coğrafi bölge yaratmak istediklerini vurguluyor. Yakın geçmişe kadar ihracat fazlası veren bir sektörün son yıllarda ithalat ağırlıklı bir yapıya döndüğünü anlatıyor ve yaratılabilmesi halinde bir Türk otomotiv markasının ulusun moralini düzelteceğini vurguluyor. Bunun olması için gerekli ortamın yaratılmasına çalışacaklarını söylüyor, teknoloji, (daha çok alternatif yakıtların ihtiyaçlarını kast ederek) altyapı ve araştırma/geliştirme konusundaki yatırımların destekleneceğini anlatıyor.
Akgün konuşmasında otomotiv sektörü yöneticilerinin beklediği vergi indirimine dair hiç bir ipucu vermiyor, hatta vergi indiriminin Avrupa Topluluğuʼna uyum sürecinin bir şartı olmadığını belirterek devletin bu konuda istekli olmadığını söylüyor. Yerli pazarın hızlanması amaçlı ifade ettiği tek nokta, hurda araç yasası ile eski araçların trafikten çekilmesinin hızlandırılacağı ve böylece yeni araç satışının kolaylaşacağı görüşü.
“100,000 adet satış yeterli olur…”
Sanayi bakanlığının web sitesinden yayınlanan belge ve beraberinde gelen Akgünʼün açıklamaları sektör yetkililerini kısa vadede sevindirecek gibi değil, ama gözden kaçmaması gereken önemli bir nokta var: Nihat Akgün Türkiyeʼde yaratılacak olan bir markanın potansiyel olarak yılda 200,000 adet satabileceğini, hatta ekonomik olması açısından yılda 100,000 adet dahi satılsa yeterli olacağını söylüyor.
Yılda kaç adet satarsa ekonomik olacağına değiniyor.
Bu çok doğru bir çıkış noktası. Ölçek ekonomisi, yani yüksek adetler yardımıyla verim elde etme yaklaşımı, özellikle otomotiv gibi global rekabetin sert olduğu endüstrilerde yeni marka yaratmak için en doğru, hatta belki de tek doğru yaklaşım.
Ticari ʻEko-Sistemlerʼ – 2
Geçtiğimiz ay otomotiv gibi ana dinamikleri oturmuş sektörlerde güçlü oyuncuların kurmuş oldukları eko-sistemlerden ve bu sistemlerin sektöre yeni girişler olmasını nasıl engellediğinden bahsetmiştik; Global düzenler o kadar köklü ki yeni girişimlerin kısa vadede makul bir maliyetle güçlenmeleri ve rekabetçi olmalarına imkan yok. Ya da ilk bakışta yok gibi görünüyor.
İşte Sanayi Bakanıʼnın çıkış noktası (yıllık satılması gereken minimum adet noktası) bu yüzden önemli. Eğer bilinçli olarak yönetiliyorsa ortaya konan bu yaklaşım Türk markayı yaratmadan önce, onu besleyecek olan eko-sistemin kurulması yolunda ilk adım olabilir. Bu sistemin ilk ve en kritik unsuru talep, yani ürünü satın alacak olan müşteri kitlesidir.
Bu düşünce şekli ilk olarak bu 100,000 aracı satın alacak olan müşteriyi bulmaya ya da yaratmaya çalışacaktır. Eğer Sanayi Bakanlığı 100,000 adet üretilecek bir yerli araca belli bir süre suni olarak da olsa pazar yaratabilir, ya da bu adetlerle satılması için gereken koşulları oluşturabilirse, marka ve o markaya hizmet eden yan sanayinin de devreye girmesi ile yerli eko-sistem yavaş yavaş oluşmaya başlar.
İşte o zaman bu oluşumun başarılı bir marka haline gelmesinin önündeki engeller ortadan teker teker kalkar. Belli bir satış adedini garantileyen bir kurum, gelirinin ne kadar olacağını bileceği için giderini buna göre ayarlayabilir, zaman içinde teknolojik eksiklerini gidecek kadar ar-ge bütçesi ayırabilir, yaratılmış olan güvenli ortamda büyür ve serpilir.
Bu kurum (ya da kurumlar) güçlendikçe destek kademeli olarak azaltılır, zamanla tamamen ortadan kaldırılır. Marka gerçek anlamda rekabete hazır olduğunda artık global arenaya atılmaya hazır hale gelmiş olur. Devlet yapacağını yapmış, çocuğu doğrumuş, makul bir zaman süresince onu büyütmüş ve gözetmiş, zamanı gelince de salıvermiştir. Bundan sonrası markanın beceri ve yetkinliğine kalmıştır.
Gerçekçi mi?
Bu tür bir senaryo ve arkasındaki zihin cimnastiğini biraz fazla zorlamış ve gerçekçi olmayan boyutlara taşımız olabiliriz. Ancak bu kısa egzersiz, süreci sembolize etmesi için yaratılmış bir fikirler zinciridir. Ölçekler birebir doğru olmasa da otomotivde yeni marka yaratmak için atılması gereken adımların içeriği doğrdur: Yarat / koru / dışa aç.
Diğer taraftan bir başka fikir daha ortaya atalım: Ulusal otomotiv markası illa bir araç markası olmak zorunda mı? Dünyadaki tüm otomotiv üreticilerinin kullanma olasılığı olan bir komponent, bir teknoloji yada bu ikisinin birleşimi bir marka sayılmaz mı? Geçen aylarda bahsettiğimiz elektrikli otomobillerin kullanacağı, otomotivin ihtiyaçlarına göre tasarlanmış ve rafine edilmiş, her markanın tasarımına göre özelleştirme imkanı olan bir batarya (pil) markası da otomotiv markası sayılmaz mı?
Bu yaklaşımın en iyi örneği bugün birçok otomotiv markasından çok daha büyük pazar değeri olan Bosch firmasıdır. Alman otomotiv devi Bosch onlarca markanın motor yönetim sistemlerini, elektronik aksamlarını, fardan tutun silecek donanımına kadar birçok yedek parçayı marka onaylı olarak yapan bir üreticidir. Otomobil markası değildir. Ama otomotiv markasıdır.
Strateji belgesinin fayda üretip üretmeyeceğini, hedeflerin gerçekçi olup olmadığını bugün bilmek zor. Ancak işin matematiğini bir kenara bırakıp mantığına odaklanacak olursak içerik ve yöntem tutarlı.
“Yapar mıyız yapamaz mıyız?”, “biz bu teknolojileri nasıl üretiriz?”, “dünya devleriyle nasıl rekabet ederiz?” gibi sorular, cevabı net olarak bulunamayacak tartışma konularıdır. Bu sorulara lehte ve alehte onlarca geçerli argüman üretilebilir.
“Ne kadar satarsak bu iş olur?” sorusu ise cevabı net ve açık olarak verilebilecek, üzerine strateji kurulabilecek bir yaklaşımdır. Gerisi detaydır, ve bu detaylar süreç işledikçe, zaman içinde yaratılan eko-sistem büyüdükçe çözülür.
Aynı dünya devlerinin yıllar boyu yavaş yavaş yaptıkları gibi… Sevgi ve saygılarımla
Yalçın Arsan
Yazının satış tabloları da içeren pdf versiyonu için: Otomotiv Karnesi Mart 2011