İstanbul’da Ralli Yapmak
Otomotiv Karnesi – Ekim 2009Türkiye, dünya ralli şampiyonası ile 2003 yılında tanıştı; 2005 yılından sonra ise rotasyon (yani yarışın birer yıl arayla yapılması sistemine) giren şampiyona kapsamında bugüne kadar Türkiye’de beş dünya şampiyonası yarışı izledik. Önümüzdeki Nisan ayında da altıncısını izleyeceğiz. 2010 yılında yapılacak olan yarışın bir özelliği var: Yarış ilk defa İstanbul’da koşuluyor ve 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti aktiviteleri kapsamında yer alıyor. Yoksa almıyor mu?..Eski Günaydın rallilerini saymazsak Türkiye dünya ralli şampiyonası ile 2003 yılında Kemer’de yapılan Türkiye Rallisi ile tanıştı. 2005 yılından sonra ise rotasyon (yani yarışın birer yıl arayla yapılması sistemine) girmesinden sonar Türkiye’de beş dünya şampiyonası yarışı izledik. Önümüzdeki Nisan ayında da altıncısını izleyeceğiz. 2010 yılında yapılacak olan yarışın bir özelliği var: Yarış bu kez İstanbul’da koşuluyor.
Bugüne kadar Kemer’de koşulan dünya şampiyonası yarışının İstanbul’a alınmasındaki en önemli etkenin İstanbul’un 2010 yılında Avrupa Kültür başkenti olması öne sürülüyor. Gerçekten de organizatör TOSFED’in (Otomobil Sporları Federasyonu’nun) İstanbul’un bu sosyal ve kültürel sıfatı dolayısıyla yaratılan kimi kaynaklardan faydalanmış (ya da faydalanacak olması) yüksek olasılık. Organizasyonun Kemer’de yapılmasının bir turizm etkisi olması bekleniyorsa, İstanbul’da yapılacak olmasının da kültür başkenti aktivitelerine potansiyel bir katkısından söz edilebilir; Dünya Ralli şampiyonasında yarışan ekipler çok uluslu bir yapıya sahip ve her yarış için binlerce kişilik ekip, yayıncı, basın ve seyirci ordusu seyahat ediyor. Bu insan ordusu gittiği ülkelerde yarış başına ortalama 50 milyon Euro para harcayarak o ülkenin ekonomisine katkıda bulunuyor. Hatta Ralli (Formula 1’in aksine) yol olarak kullanılan bir parkurda ve çoğunlukla da şehir dışında ve doğa içinde yapıldığı için yarattığı ekonominin katma değeri daha geniş bir kapsama alanına sahip. Yani örnek olarak İstanbul’daki Kurtköy ilçesine bağlı Ballıca köyü bu sene tarihinde görmediği kadar fazla yabancı insanı ağırlayacak, onlarla temas etme imkanı bulacak, ürün ve hizmet satabilecek.
Diğer taraftan İstanbul’un kültür başkenti olduğu bir yılda, yani şehir gündeminin zaten oldukça yoğun olduğu bir sezonda bu tür bir organizasyonu gerçekleştirmek kendi içinde önemli bir risk de içeriyor: Sönük kalma ve etkinlik kalabalığının içinde kaybolup gitme riski. Hele bu konudaki yakın geçmişimiz ve performansımız düşünülecek olursa, bu ciddiye alınması gereken bir tehlike!..
Yöntem de sonuç kadar önemli
2003 yılından bu yana beş dünya şampiyonası ağırlayan ülkemizin aslında organizasyonel açıdan hiç bir eksiği yok. Kemer’de koşulan yarışlarımızın hepsi işleyiş ve güvenlik gibi alanlarda daha ilk günden beri sınıfı geçmeyi başardı. Başaramadığımız konu, elde ettiğimiz başarıyı yöntemsel açıdan sürekli hale getirememek ve yaptığımızı duyuramamak oldu. Tipik türk problemi olan ‘iman gücüyle iş yapma’ yani operasyonumuzu iyi planlayıp kaynaklarımızı verimli kullanmak yerine aşırı çalışarak iş üretme gayreti belki organizasyonel olarak kötü sonuçlar üretmedi ama birçok açıdan eksik kaldı.
Bu konuyu biraz açalım: Yarış organizasyonumuz her zaman iyi işledi ama bu kişisel gayretlere, insanüstü bir çalışma temposuna ve biraz da şansa bağlı oldu: Yarışın ilk yılında hemen her tür altyapının yarışın başlamasına saatler kala bitirilmesi, güvenlik iyi olsun diye seyirci yollarının bile trafiğe kapatılması (ve bu sayede etapların birçoğuna seyirci gidemediği için seyirci güvenliğinin çok yüksek olması!), yüksek fiyatlara satılan seyirci biletleri yüzünden bomboş tribünler önünde yapılan seyirci etapları ve özellikle de iletişim eksiklikleri gibi çok sayıda örnek yaşadık. Bu örnekler işi yakından inceleyen gözler açısından Kemer’de yapılan yarışın muhteşem doğal güzelliğini, organizasyon ekibimiz başta olmak üzere insanlarımızın sıcaklığı ve kişisel becerilerini ve bunların biraraya gelmesi ile oluşan pozitif resmi gölgeleyemedi belki ama organizasyonel yetkinliğimizin sistemsel açıdan zayıflığına dikkat çekti. Beş yarışın beşinin de altından kalkmayı başardık ama bunu her defasında bir çok işi baştan yaparak, sistem kurmak yerine güvendiğimiz insanlara ağır yükler yükleyerek yaptık.
İşte bu durum bir noktadan sonra enerjinin tükenmesine ve yaptığımız işi, elde ettiğimiz başarıyı anlatma ve satma noktasında yetersizliğe dönüştü. Dünya şampiyonası sıfatı taşıyan organizasyonumuza kalıcı sponsor(lar) bulunamadı. Beş defa dünya ralli şampiyonasına ev sahipliği yapmış bir ülke olduğumuzu kendi insanımıza bile anlatamadık… Otomotivin içinden gelen bizlerin içinde bile bu önemli spor olayının Türkiye’den geçiyor olduğundan habersiz çok kişi var.
İki Önemli Risk: Planlama ve İletişim
Yarışı Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’a taşımış olduğumuz ve yarışımız da bu organizasyonun bir parçası olduğu için hem şanslı hem de (potansiyel olarak) şanssızız: Eğer biz işimizi her zamanki gibi kendi içinde tutarlı, ama dışarıya karşı kapalı bir hava ile yaparsak koskoca dünya şampiyonası yarışı kültür aktiviteleri içinde kaybolup gider.
Hatta kaybolmaya başlamış bile: 15 Nisan’da start alacak olan yarışımız istanbul2010.org resmi web sitesinin aktivite takviminde yer almıyor! Yani bizim niyetimiz bu organizasyonu kültür aktiviteleri ile ilişkilendirmek midir değil midir bilemeyiz, ama resmi görevlilerin şimdilik öyle görmediği açık. Türkiye gibi özellikle kulak ve göz alışkanlığı olmadığı konuları sevmemeyi, hatta onları reddetmeyi alışkanlık haline getirmiş bir ülkede yeni bir kavramı sevdirmek için kararlı ve sabırlı bir çaba gerekiyor.
Ve daha önemlisi bu çabanın içeriğinin, amacının ve yöntemlerinin iyi planlanması, izole edilmiş bir operasyonla değil ilgili tüm tarafları içerecek şekilde hayata geçirilmesi ve son olarak da çok iyi anlatılması gerekiyor.
Her iki konu da, yani iyi planlama/hayata geçirme ve doğru iletişim bizim zayıf taraflarımız. Bir otomotiv ve motorspor sever olarak endişelenmemek elde değil.
Büyük Fırsat!.
Diğer taraftan bizim iş yapma tarzımızın belli açılardan hiç bir organizasyonun sahip olmadığı kimi beceriler ve esneklikler sağladığı da bir gerçek. İlk senemiz olan 2003’te dünya rekoru sayılabilecek kadar kısa bir zaman içinde yarışı hazırlayabilmiş olmak bunun en büyük örneği; Avrupa örneklerine benzer klasik yapılar, sert kurallar ve prosedürlere bağlı sistemlere mahkum bir organizasyon ekibi bunu sağlayamazdı. Biz yaptık, çünkü kuralımız azdı, insanımız da gayretli ve becerikli idi.
Bu noktada yukarıda söz konusu edilen iki zayıf tarafla ilgili olarak önlem almak için tam zamanı. Görebildiğimiz kadarı ile organizatör Tosfed ekibi hazırlıklara bu yıl her zamankinden daha erken başlamış durumda: Web sitesi şimdiden hazır, resmi ziyaretler başlamış, iletişimle ilgili kimi gayri resmi (örneğin facebook’ta yaratılmış olan Türkiye Rallisi grubu vb) aksiyonlar alınmaya başlanmış.
Ancak iyi planlama ve iletişimin yapabileceklerinin sınırının olmadığı bir dönemde yaşıyoruz; bu yapılanlar ve geleneksel yöntemlerimizle yapacaklarımız bu kez yeterli olmayacak.
2010 yılı Nisan ayında yapılacak olan Uluslararası Türkiye Rallisi’nin, içinde bulunduğu ortama, yani “Kültür Başkenti” sıfatına uygun bir temaya ve buna uygun tasarlanmış bir iletişim planına ihtiyacı var. Ralli’nin kültürle ne ilgisi olabilir demeyin: Bu organizasyonda dünyanın dört bir yanından farklı dil konuşan, ayrı alışkanlıkları olan, tamamen değişik tabiyatları olan binlerde insan biraraya geliyor, aynı amaç için çalışıyor ve yarışıyor. Bundan iyi kültür aktivitesi mi olur?
Bunun dışında Ralli kavramı görsellik açısından da büyüleyici bir etkiye sahip: Doğa, insan ve makinenin beklenmedik bir buluşması var rallide ve bunun yarattığı manzara gerçekten çok etkileyici olabiliyor.
Türkiye Rallisi’nin kültür kavramı ile ilişkilendirilebilecek ne tür bir teması ne olur bunu önermek zor; ancak yıllar boyunca Türkiye’de yarışmış eski yabancı yarışmacıların bu organizasyona davet edilmeleri, nostalji unsurları içeren biraraya gelme fırsatları yaratılması, çok renkli ve İstanbul ve Türkiye’yi temsil edebilecek fotoğraf sergileri ve otomotiv firmalarının doğal olarak ilgilenebilecekleri sponsorluk imkanları yaratılması gibi fikirler ilk akla gelen düşünceler.
Diğer önemli konu ise insan gücünün kullanım şekli. Organizasyonumuza bu seneye özel bir tema kazandırmak bugün için alınabilecek en önemli aksiyon. Varolan insan gücümüzü verimli kullanmak, işleyen ve işleyebilecek süreçleri tanımlamak ve bunları iyi planlamak ise hem bugün hem de yarınımız için atılabilecek en önemli adım. Sorumlulukları iyi tanımlı birey ve ekipler ve gelebilecek her tür talebi yanıtlayabilecek sistemlere ihtiyacımız var. Bu sistemler sonuç üretmek için gerekli olduğu kadar organizasyonel gücümüzü rahatlatmak ve farklı alanlara konsantre olmaları için zaman ve fırsat yaratmak açısından da önemli.
Bugüne kadar çok çalıştık, ama çalıştığımız kadar üretemedik ve sonucunda kendimize değil gelmediğini düşündüğümüz seyirci ve sponsora kızdık. Bugün akıllı ve sakin olma, iyi planlama, iyi uygulama ve iyi iletişim yapma zamanı.
Otomotiv firmaları içinde şu ya da bu şekilde motorsporlarına dahil olmamış bir marka yok ve bu operasyonda yer almanın herkese potansiyel faydası var. 2010 yılı Nisan ayında yapılacak olan Uluslararası Türkiye Rallisi, otomotiv ve motor sporları alanında Türk kurumların sahip olabilecekleri en büyük fırsattır.
Bu fırsatı iyi kullanırsak hayal bile edemeyeceğimiz konularda fayda sağlayabiliriz. Değerini görmeden ve idareten yaparsak bu büyük fırsatı, bugüne kadar yaptığımız gibi, kolayca cope atabiliriz.
Önümüzdeki ay bu konudaki iyi örneklerden biri olan İngiltere Rallisi’nin bu alanda yaptıklarından kimi örnekler vererek bu önemli konuda konuşmaya devam edeceğiz.
Sevgi ve saygılarımla.
Yazının satış tabloları da içeren word versiyonuna ulaşmak için lütfen tıklayın.